“Van'ın huzurlu gölünün kıyısında

Küçük ve şirin bir köy yatar

Her gece dalgalara doğru bir adam

Karanlık gök kubbenin altında kayar

 

Ayırır güçlü kollarıyla dalgaları

Sala ya da bota gerek duymadan

Ücra köşelerine doğru adanın

Yüzer hiç bir riske ve zarara aldırmadan.”

 (İngilizcesinden çeviren Hazar Faruk Güven)

 

 

Akdamar Efsanesi’ni iyi bilen her okur yukarıdaki dizeleri okur okumaz bu şiirin her gece Van Gölü’nün kıyısından Akdamar adasına doğru sevgilisi Tamara’yı görmek için yüzen Çobandan bahsettiğini anımsar. Evet yukarıdaki şiir Ermeni şair ve yazar Hovhannes Tumanyan tarafından 1841 yılında Akdamar Efsanesi için yazılır ve şiirin orjinali on beş kıtadan oluşur. Buraya şiirin tüm kıtalarını koyabilme şansımız yok elbet, ancak merak eden okurlar internetten ulaşabilir.

 

Efsaneyi bilmeyen okurlar için kısa bir hatırlatma yapalım.

 Bundan yüzyıllar önce eski adı Vestan olan Gevaş ilçesinin kıyısında yağız bir çoban yaşarmış. Bu genç çoban gönlünü kıyının karşısındaki adada yaşayan ve baş keşişin kızı olan Tamara’ya kaptırmış. Efsanenin farklı varyasyonlarında bu gencin Müslüman olduğu da anlatılır. Hatta bu yüzden baş keşişin bu aşka izin vermediği söylenir. Böyle imkânsız bir aşka gark olan çoban sevgilisini görmek için gündüz vakti görünürüm endişesiyle her gece adaya doğru yüzer. Tamara ise bu zifiri karanlıkta sevdiği adamı (bulunduğu yeri göstermek amacıyla) elinde meşaleyle bekler.

 

Işığı gören genç her gece o ışığa doğru yüzer ve adanın kıyısında iki âşık hasret giderir. Bu durum bir süre devam eder ancak günlerden bir gün keşişlerden biri bu olaya tanık olur ve genç âşıkları baş keşişe şikâyet eder. Bunun üzerine bir tezgâh kurulur ve çobanın geleceği gece adanın kıyısında farklı meşaleler yakılır. Her gece olduğu gibi bu gece de büyük bir umutla sevgilisini görmek için kendini gölün serin sularına bırakan çoban adaya yaklaştıkça hangi meşaleye yanaşacağını şaşır. Hangi meşaleye yaklaşsa o meşale söner ve adanın farklı bir noktasında bir meşale yanar. Hırçın dalgaların arasında yüzerken yorulur Çoban ve teslim olur ölüme. Son nefesinde söylediği bir çift söz yankılanır badem ağaçlarıyla süslü yemyeşil adada. “Ah Tamaraaaaaa”. Yine kavuşamaz âşıklar. Zaman geçer keşiş ve manastır yenik düşer tarihe ve tarihin karanlık sayfalardaki yerlerini alırlar. Ancak çobanın ağzından çıkan son sözler ölümsüz olur ve bu hadise adaya ismini verir. “Ah Tamara” zamanla Akdamar olur.

 

Evet işte böyle… Hikâye hüzünlü sonla biter ve ada adını bu hüzünlü sonla biten efsanenin son iki kelimesinden alır “Ah Tamara”. Hovhannes Tumanyan gibi şairler bu efsane üzerine şiirler yazar ve bu şiirler Adiss Harmandian gibi şarkıcılar tarafından özlemle ve hasretle şarkı olarak okunur.

 

İşte yukarıda gördüğünüz fotoğraftaki elinde meşale tutan Tamara heykeli bu efsanenin Ermeniler tarafından hala yaşatıldığını ve bu efsaneye ne kadar sahip çıktıklarını gösterir. Ancak maalesef bu heykel Akdamar Adası’nda değil Ermenistan’daki Sevan Gölü’nün kıyısındadır. Efsanenin asıl geçtiği yer Anadolu’dur. Bu kadim coğrafyadır. Bu efsane Sevan Gölü’ne değil antik çağlardan beri Nairi Ülkesinin yukarı denizi olarak bilinen Van Gölü’ne aittir. Asıl sahip çıkması gerekenler bizleriz.

 

Peki, bu heykelin daha güzeli ve daha büyüğü, efsaneye konu olmuş gerçek mekânında yani Akdamar Ada’sının kıyısında, alanında kendini ispatlamış heykeltıraşlar tarafından inşa edilse daha güzel olmaz mı? Şarkılara, türkülere ve efsanelere konu olmuş, badem ağaçlarıyla kaplı muhteşem güzellikteki Akdamar Adası’na bir ahde vefa olmaz mı?

 

Ahde vefanın yanında Van’ın turizminin gelişmesi ve her yıl binlerce ziyaretçiye ev sahipliği yapan bu kadim adanın daha fazla ziyaretçi çekmesi için iyi bir fırsat olmaz mı? Böyle bir durumda Van halkı ve esnafı daha fazla kazanmış olmaz mı?

 

Truva Efsanesi de bizimdir, Midas Efsanesi de, Kız Kulesi Efsanesi de bizimdir Akdamar Adası Efsanesi de…

 

Ne dersiniz, bu konuda bir farkındalık oluşturarak böyle bir şeye vesile olmak için ön ayak olalım mı?

#akdamarefsanesiyaşatılsın…