Rahman'ın adıyla...

"Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız bir fitne (imtihan)dir ve şüphesiz büyük ödül yalnızca Allah katındadır. " (Enfal:28)

Yüzünü modern dünyaya dönen Müslümanlar için "dava" kelimesi naftalinli ve unutulmuş olsa da. Nihayetinde her insan bir dava uğruna yaşar. Ekmek, kariyer, mal, makam gibi. Adları değişse de çabası değişmeyen davalar vardır. Lakin kendi misyonunu Müslüman olarak belirleyenlere yönelik nezir bir ayette şunu işitiriz, "Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır." (Münafikun:9)

Yaratan yarattığını tanır hem de en ince detayına kadar. Hangi durumda nelere meyleder, neye ne kadar itibar edeceğini ve nasıl ödünler verebilecek potansiyelde olduğunu da bilir. Onun için de sık sık uyarır. Bazen kavli, bazen kevni ayetlerle ama mutlaka uyarır. 
Uyarır ki merkeze aldığı kuvvet onu dünyada zelil, ahirette rezil etmesin. 

Dünya terim olarak ahirete nispetle "aşağıda olan" demektir. İnsan aşağıda olanı yüksekte olana tercih edince aslında kendisine hakaret etmiş olur. Buna mukabil dünya aşağıda ve fani olmakla beraber cezbedicidir de. Öyle olmasaydı dünyayı ahirete yeğleyenler bu kadar çoğunlukta olur muydu? Ayetlerde sayılan imtihan kalemlerinden belki de insanı en çok zorlayan başlık evlattır. ”Yükü ağırlaşınca her ikisi de Rableri olan Allah'a,  ‘Eğer bize salih bir evlat verirsen elbette sana şükredenlerden olacağız’ diye dua ettiler fakat onlara salih bir evlat verince kendilerine verilen şeyde ona ortaklar koşmaya başladılar.

Allah, onların ortak koştuklarından yücedir.” (Araf 189:190)

Her anne-baba fıtraten evladına meyyaldir. Bazen dünya bir yana onlar öte yanadır. Fıtri olanla savaşılmaz. Ancak ıslah etmek gerekir. Zemini kaygan kılmak da sağlam kılmak da insan iradesi dâhilindedir. Onlara sahip olduğumuz zannıyla birlikte, hayatımızın odak noktası kıldığımız anda zemin çamurlaşır. Bunun çaresi ise onları birer emanet olarak kabul edip hayatın merkezine değil içine dahil edersek ancak zemin sağlamlaşır ve onlarla birlikte bizler de ayağı yere basan kişiliklere dönüşürüz.

Yakın tarihe ait dava bilincini kuşanmış en yaygın İslami hareket şüphesiz, İhvan-ı Müslimin hareketidir. Kurucu üyelerinden biri ile ilgili şöyle bir anekdot anlatılır; İsmail Ezze'ye nispet edilen bu olayda bir gece dostları, İsmail'in evinde toplanırlar. O esnada küçük kızı vefat eder ve bunu toplantıda söylemez. Dostları dağılacakları esnada “Yarın cenazemiz var sizleri de bekliyorum.“ der. Bunu duyunca Hasan El Benna çok şaşırır. Neden daha önce haber vermedin? diye sorar. Alınan cevap ancak bir dava adamının verebileceği cevaptır; ” Üstadım, kızım öldü davam değil.” Belki çok mübalağalı gelebilir bizlere fakat bunun süreci farklı amacı aynı versiyonlarına şahit oluyoruz. İbrahim'in İsmail'inden, Hannenin Meryem'inden vazgeçme sebepleri bundan çok mu farklıydı? Sözde değil özde, sloganik değil aksiyoner bir dava adamının vazgeçilmezi ancak Allah ve O’nun rızası olmalıdır.

Bilginin bu kadar kolay ulaşılabilir olduğu teknolojinin zirveye ulaştığı konforun tavan yaptığı bir asırda bunlara paralel olarak insanın akli ve ruhsal açıdan gelişmesi ve dünyanın daha emniyetli bir yere dönüşmesi gerekirken tam tersi bir vakaya tanıklık ediyoruz. Bir insanın başka bir insan için potansiyel tehlike olduğu bir dünyada kim kendini güvende hissedebilir ki? İnsanlığın bu duruma gelmesinde en belirleyici parametre, her insan tekinin bir endişe ve sorumluluk sahibi olması yani sorgulanabilir olması. 

Yani dava bilincine sahip olması halinde bu gün çok daha farklı bir dünyaya açmaz mıydık gözlerimizi? Ortada bir soru varsa doğal olarak sorun da vardır ve mutlaka bunun bir çözümü de olmalıdır. Davamız ve evlatlarımız arasındaki grift ilişkide çözüm yine vahiyden gelir. Kur'an'ın bize sunduğu örnek insanlardan; ebeveyn, evlat ve dava bağı nasıl kurulmalıdır sorusuna bariz bir şekilde cevaplar alırız. Bu örneklerden biri imran'ın eşi Hanne’dir.

“Hani bir zaman İmran'ın hanımı, ‘Rabbim karnımdakini tam hür olarak sana adadım demişti.” (Ali İmran:35)

Bir anne Henüz hiç görmediği, cinsiyetini bilmediği ve muhtemelen sonra bir kardeşi de olmayacak evladını nasıl ve ne için adar? Bir davaya adanmışlık ve adayışın portresini İmran'ın karısında görmek için bakan değil gören gözlere ihtiyacımız var. Zira Hanne, evladını nezr yani kurban ederken alelade bir şekilde değil “hür“ olarak adıyor. Nefsani, coğrafi, sosyolojik, siyasi, geleneksel yani dünyevi tüm bağlardan ve bağımlılıklardan azade olarak adıyor. Ama adadığı kapı da öyle bir kapı ki Meryem gibi bir iffet sembolü yetmiyor İsa gibi bir ayeti de tabiri caizse bonus olarak veriyor.

Bu örnek alınası adanmışlığın aksine sırtını davaya, yüzünü dünyaya dönmüş ebeveynler de evlatlarını henüz doğmadan adıyor adamasına ama bu adayış örnektekinin tam tersine bir adayış ne yazık ki! Evlatlarının hayatını, mesleğini, kariyerini, hatta eşlerini bile seçerek prangalara bağlı bir mahkumiyet ile getiriyorlar dünyaya. 

Her dua bir talep ve dilekçedir. Anne/babalar gerek dilsel gerekse fikirsel Olarak Allah'a göndermiş oldukları dilekçelerinin içini iki dünyalı değil, tek dünya endişesi ile doldurup altına da ilkesel mühür basmak yerine nefsani imza atarak gönderirler. Elbette böyle talebin arzı da dengiyle olur. İstisnalar hariç olmak kaydıyla. Hür evlat talebi Meryem olarak, köle evlat talebi Firavun veya Karun olarak adresinize teslim edilir.

“Bana katından hem bana hem de Yakup ailesine mirasçı olabilecek bir veli ver! Rabbim onu rızana layık eyle !” (Meryem:6) Davasının bekasını soyunun devamına tercih eden bir diğer şahsiyet de Hz. Zekeriyya’dır. Allah'tan talebi ona kan bağı ile değil din bağı ile yardımcı olacak bir veli talep eden kuluna, sınırsız ikram sahibi Allah, “”Seni Yahya ile müjdeliyor o Allah'tan gelen kelimeyi tasdik eden, topluma öncülük yapan, kendisine ve iradesine sahip olan efendi salihlerden bir nebi olacak.” (Ali-İmran: 39) diye karşılık verdi.

Şuna kâniyiz ki iman genetik bir durum değildir. Alimden zalim, zalimden alim doğabilir ki; Hz. Nuh ve Hz. İbrahim gibi müşrik Azer’in mümin oğlu veya mümin Nuh'un kafir oğlu da birer misaldir. Fakat büyük bir çoğunlukla kişi doğduğu büyüdüğü aileyi örnekler, ordan beslenir. Gül bahçesinde gül, çalılar arasında diken yetişir. Vakıa böyle iken çocuklarımızı davamıza engel görüyorsak bu sadece bir kefesine davamızı ötekine evlatlarımızı koyduğumuz terazinin yanlışlığını değil aynı zamanda davaya yüklediğimiz anlamla alakalı da hatalı bir okuma yaptığımızı gösterir. Ne Kur'an'daki kıssalarda ne de öncü şahsiyetlerde evlatlarını davalarına muadil gören bir anlayışa rastlamak mümkün değildir. Zira bizimde, evlatlarımızın da, davamızın da sahibi tektir ve O’ bize şu vaatte bulunur; “Ey iman edenler!  Eğer siz Allah'a yardım ederseniz,  O’ da size yardım eder. Ayaklarınızı sabit kılar. “(Muhammed: 7)

 Çocuklarımızın etken değil edilgen olması, hazza bu kadar düşkün olmaları, her şeyi hızlı tüketmeyi tercih etmeleri, kıymetli olan birçok şeyin değerini bilmemeleri, yaşamdan mutmain olmamaları, kanâatkar değil doyumsuz olmaları,  her şeyin görseline tav olmaları, hayatlarına anlamlılık ve amaçlılık gibi kavramları angaje etmediğimiz için ve bu anlamda bir temsiliyet de göstermediğimizden ötürü malum sonuçla karşılaşıyor olmamızın çok da sürpriz olmaması gerek.

Evlatlarımızı birer fanusun içinde büyütmeye, dış dünyadan izole etmeye, etrafta olup bitenlerden bihaber hiçbir sorumluluk vermeden sadece çizdiğimiz rotaya göre yarış atı gibi koşturup meşhur bir tabirle, masa-kasa-nisa üçlüsü için yaşama hedefi koymaya devam ettiğimiz ve varlığını sorgulaması için alan açmadığımız sürece bu böyle devam eder.

Diğer-gam olmak nedir, salihat nedir, değer üretmek nedir, merhamet nedir, adalet nedir? Bunları kavli-leyin ve numunei-imtisal ile tebliğ etmediğimiz sürece devranın değişmeyeceğini bilmemiz gerekir. Aliya'nın dediği gibi “Davalar acılar içinde doğar, refah içinde ölür. “ Maalesef bizler çocuklarımızın içinde bir dava bilinci doğmasına katkıda bulunmadığımız gibi onları yokluktan yoksun bırakarak aman hiç acı çekmesinler, sakın üzülmesinler diyerek pamuklara sararak büyütüyoruz.

Bir dava için acı çekmek nedir, fedakârlık etmek nedir, adanmak nedir? gibi terimleri duymayan bir nesil yetiştiriyoruz. Davamız ve çocuklarımız karşı karşıya değil omuz omuza koşmalı. Hayata iz bırakan, mücadele eden şahit olduğumuz öncülere baktığımızda birer doktor, mühendis, öğretmen, kimyager gibi birçok alt kimliği dava gibi bir üst kimlikle harmanladıklarını görüyoruz. Şüphesiz bütün ideolojiler için gençler, hareketin bel kemiğidir. Bunu birçok resulde gördüğümüz gibi Hz.Muhammed'de de görmekteyiz. Etrafındaki kemik kadro gençlerden oluşmaktaydı. Lakin bu gençleri çağdaşlarından ayıran temel faktör Dava uğruna sabır ve sebat etmeleriydi. Bu gün bu kavramların evlatlarımızın zihnine yerleşebilmesi için hayat kitabı olan kelamullahın. Bu yüzden kendi deyimiyle 23 yılda sindire sindire inzal olduğunu tekrar zikretmek ve fıkhetmek zorundayız. Şunu da unutmayalım ki izlediği videoları dahi ×2 ile dinleyen, tahammülü tecrübe etmeyen evlatlarımıza sabrın ve sebatın ne olduğunu yine ve yeniden içten dışa doğru bir tezkiye ile farkettirmek zaman alacaktır. Bu uğurda sebat ve umut şarttır zira ektiğimiz tohumların çınara dönüşüp dönüşmeyeceğini zaman gösterecektir. Belki her birimiz birer İbrahim, Muhammed, Hanne, Zekeriya,Asiye değiliz lakin bu evlatlarımızın birer İsmail, Fatma, Meryem, Yahya ve Musa  olmayacakları anlamına gelmez. Ziyan olan zamanın neresinden dönersek kardır. Yeter ki iman edip salihatlar yapalım ve salih, dava bilinci olan, ümmet şuuruna ermiş, en az futbolcular, youtuberlar, fenomenler kadar ve dahi mümkünse onlardan çok daha güçlü bir şekilde özümseyerek.

Ortak davamızın örnek şahsiyetlerini tanıyan, benden ziyade bize yoğunlaşan, değer üreten evlatlar yetiştirmeye gayret edelim! Hiçbir emeğin zayi olmayacağına iman edenler olarak şu Rabbani daveti ve nebevi duayı dilimize ve amellerimize pelesenk edelim; “Kullarım sana beni sorarlarsa bilsinler ki Ben yakınım. Bana dua edenin duasına karşılık veririm o halde Onlar da benim çağrıma uysun ve bana gerçek anlamda iman etsinler ki doğru yola kavuşmuş olsunlar.” (Bakara:186) 

“Rabbim bana yöneticilik verdin ve bana hadislerin yorumunu öğrettin. Ey göklerin ve yerin yasalarını koyan! Sen dünyada da ahirette de benim velimsin.  Canımı Müslüman olarak al ve beni salihler arasına kat.” (Yusuf:101)

Ve ağiru davahum enil hemdulillahi rabbulalemin.