Yüzyıllık Yalnızlık ve Kolera Günlerinde Aşk adlı kitaplarıyla tanıdığımız Nobel ödüllü Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Márquez’in (1927-2014) 90 yaşında bir adamın hayatını, aşkını ve cinselliğini anlattığı Benim Hüzünlü Orospularım adlı romanı her şeye, her yaşa ve her koşula karşı yaşamanın güzelliğinden bahsederek yer yer örtük göndermelerle insanoğlunun ikinci baharına vurgu yapar. Roman Yasunari Kavabata’nın Uykuda Sevilen Kızlar adlı kitabından bir epigrafla başlar.
“Hoşa gitmeyecek hiçbir şey yapmamalısın, diye yaşlı Eguçi’yi uyarmıştı handaki kadın. Parmağını uyuyan kadının ağzına sokmamalı ya da ona benzer bir şeye kalkışmamalıydı.” (Uykuda Sevilen Kızlar)
Romanın başında yer alan bu epigraf okuyucuya roman içindeki olay örgüsüyle ilgili ipucu verir ki 90 yaşındaki başkahramanın Delgadina adını verdiği 14 yaşındaki sevgilisi de her görüşmelerinde uyumaktadır. Başkahraman her görüşmede uyuyan güzele şarkılar, şiirler okur efsaneler anlatır.
Metinlerarasılık özelliklerinin bolca kullanıldığı kitapta Márquez tarihi kişiliklere, düşünürlere ve şairlere bol bol atıflarda bulunur. Örneğin; Cicero, Francisco Delicado, Manet, Puccini, Romain Rolland, Pablo Neruda, Saint-Exupêry, Perrault ve Yunan heykeltıraş Praksiteles bunlardan sadece birkaçıdır.
Oldukça sade ve usta bir dille kaleme alınan Benim Hüzünlü Orospularım bir çırpıda okunacak romanlar arasındaki yerini alır. Olay örgüsü yaşlı başkahramanın Rosa Cabarcas adında bir genelev patroniçesinden bakire bir kızı kendisine doksanıncı yaş dönümü için bir armağan olarak sipariş etmesiyle başlar.
Rosa Cabarcas’ın evine uğrayanlar sadece fakirler, orta sınıflar, zenginler değil aynı zamanda bürokratlar, başkanlar, politikacılardır. Ez cümle toplumun her kesiminden insanların aşikâr, aleni, gizlice, saklanarak, kılık değiştirerek, bahane uydurarak girdiği ya da girebildiği bir yer olmasından dolayı haliyle Cabarcas’ın amiyane tabirle eli oldukça uzundur. Bu durumda başkahramanın arzuladığı bakire kızı bulmak onun için oldukça kolaydır. Kız bulunur, oldukça fakirdir, düğme fabrikasında çalışır, ailesine bakmakla yükümlüdür, kıyafetleri eskidir, takıları taklittir. Kızın sosyal hayata dair fakir fukara garip gureba sıfatları böyle uzunca sıralanabilir.
Saat on birde her zamanki işlerimi görmek için banyoya gittim; kızın yoksul giysileri bir sandalyenin üzerinde sanki zenginmiş gibi özenle katlanmış duruyordu: kelebek desenli etamin bir giysi, sarı renkli bezden bir don, agave elyafından sandaletler. Giysilerin üzerinde ucuz bir bilezikle ucunda Meryem madalyonu bulunan çok ince bir zincir duruyordu. Lavabonun üzerindeki rafta da, içinde bir ruj, bir allık kutusu, bir anahtar, biraz da bozuk para bulunan bir el çantası vardı. Hepsi de o kadar ucuz şeylerdi ve kullanmaktan o kadar eskimişlerdi ki, onun kadar yoksul başka birini düşünemiyordum.(29)
Daha önce belirttiğim gibi Kavabata’nın Uykuda Sevilen Kızlar kitabına yapılan atıftaki gibi bu romanda da doksan yaşındaki başkahramanın bakire kendi deyimiyle körpe sevgilisi her görüşmelerinde uykudadır. Çünkü her görüşmelerinde Cabarcas kıza kedi otu katılmış bromür içirir.
Başkahramanımız ismini bilmediği, hatta Cabarcas’ın birkaç defa kızın ismini söylemeye teşebbüsünü engellediği bu kıza eski bir İspanyol romansında adı geçen bedbaht Delgadina’nın adını verir ve küçük sevgilisine sadece bu isimle hitap eder. Kızı sadece uykuda sever ne bekâretini bozmaya teşebbüs eder ne de uyandırmaya. Zaman geçtikçe kıza alışır ve aşık olur. Gazeteci olmasına rağmen gazetede kendisine ayrılan köşede sürekli eski anılar tarihi şeyler yazmasına rağmen ( ki bundan dolayı editörler tarafından sürekli eleştirilir) Delgadina’ya aşık olduktan sonra artık sadece aşk hakkında yazmaya başlar ve bu konu onun ülke genelinde tanınmasına neden olur. Artık herkes 90 yaşındaki bir adamın 14 yaşındaki bir kıza olan aşkını okur.
Gün geçtikçe Delgadina’ya alışan ve aşık olan başkahramanın doğal olarak kıskançlıkları başlar ve onun kendisinden başka kimseyle görüşmesine izin vermez. Kız uykudayken şarkılar şiirler okur bedeninin en derinliklerinde htiği duyguları aynı zamanda htirir de. Böyle yoğun duygulara kız da kayıtsız kalmaz. Artık o da kedi otu katılmış bromür’ü içmek ve buluşacakları an için sabırsızlıkla bekler. Başkahraman için ikinci bahar Delgadina için ilkbahar başlamıştır artık.
Márquez burada adeta birçok insanın hayatta karşılaştığı zorluklardan dolayı pes etmesini, her şeyden vazgeçmesini ve buna binaen intihar etmesini eleştiren bir tavırla ömrünün sonlarına gelmesine rağmen hayata tutunan aşık olan, güneşin, gecenin, nefesin ve sevincin farkında olan 90 yaşındaki bir adam vasıtasıyla yaşamın ve yaşamanın güzelliğine enfes vurgular yapar. Her yaşın ayrı bir güzelliğinin olduğunu ve alt metinde insanoğluna ince mesajlar vererek yaşlanmaktan korkan, yaşlanmayı geciktirmek isteyen, bu bağlamda psikolojisi alt üst olan insanlara bu vesileyle adeta aforizma mahiyetinde uyarılar yapar. Sevmenin sevilmenin güzelliğine vurgu yapar. Geçmiş için üzülüp hayıflanılacağına içinde bulunulan anın tadını çıkarmaya teşvik eden anekdotlar anlatır.
Sosyal toplumun 90 yaşındaki bir adamdan beklediği köşene çekil, tanrıya dua et, ölümüne hazırlan, helalleş, bir ayağın çukurda, kendini fazla yorma gibi telkinlerine rağmen bir “resurrection” (diriliş) hadisesine gönderme yapar.
Bu “resurrection” hadisesi hem başkahramana hediye edilen Ankara kedisinin hastalandıktan sonra çevresindeki insanlarca sözümona öldür, bu kedi artık yaşamaz, ona eziyet etme gibi tavsiyelerine rağmen kediyi öldürmemesiyle onu terk etmemesiyle ve ona gösterdiği ilgi ve alakadan sonra kedinin yaşlı olmasına rağmen tekrar canlanmasıyla, kendine gelip oynayıp zıplamasıyla hem de 90 yaşındaki bir adamın ölüme bu kadar yakınken aşk duygusunu tatmasıyla ve ikinci baharını yaşamasıyla okuyucuya aktarılır.
Márquez aslında bu hadiseyle İncil’e örtük göndermelerde de bulunur. Hatırlarsanız aynı gönderme Leonardo Dicaprio’ya Oscar’ı getiren “The Revenant” (Diriliş) filminde de işlenir. Herkes Hugh Glass’ın (Dicaprio) öldüğünü zannederken o hayata inatla tutunur ve küllerlinden doğar. Yönetmen Alejandro G. Iñárritu bu diriliş’i aşağıda belirttiğim sahneyle İncil’de Hz. İsa’nın çarmıha gerildikten(!) üç gün sonra dirildiğine vurgu yapan bab’lara gönderme yaparak işler.
Aynı şekilde Márquez’in 2004 yılında kaleme aldığı Benim Hüzünlü Orospularım’ı yaşlı Ankara kedisiyle doksan yaşındaki bir adamın dirilişinin, hayata tutunuşunun bir öyküsüdür. Hz. İsa’nın dirilişine(!) bir göndermedir. Pes etmemektir, hayata sımsıkı sarılmaktır, her yaşın güzelliğinin farkına varmaktır, ikinci bahardır, umuttur, aşktır, sevgidir, Allahtan gelen her şeye şükretmektir, nerede ne zaman ne yaşanılacağının muğlaklığıdır bundan dolayı sabırlı yaşamak ve sabırla beklemektir.
Ellerine Sağlık Márquez, Huzurlu uyu…
Hazar Faruk Güven…