Seneca Lucilius’unu selamlar,

Lucilius, kendin için kazan kendini. Şimdiye değin senden zorla alınan ya da çalınan ya da boşuna akıp giden zamanına sarıl, iyi kullan onu. Kimi zamanımız bizden zorla kapılıyor, kimisi sinsice çalınıyor, kimisi de boşuna akıp gidiyor. Umursamadığımız için uğradığımız kayıp da, en yüz kızartıcı olanı. Dikkat edersen, hayatımızın en büyük bölümü kötü iş yapmakla geçiyor, büyük bir bölümü hiçbir iş yapmamakla, bütün yaşamımız da (gerekenden başkasını) yapmakla geçiyor. Zamana değer veren, gününün değerini bilen, her gün biraz daha ölmekte olduğunu anlayan bir kimse gösterebilir misin bana? Yanıldığımız bir nokta var, sanıyoruz ki ölüm önümüzdedir; oysa ölümün büyük bir kısmı şimdiden geçip gitmiştir. Hayatımızın gerimizde kalan kısmını ölüm geçirmiş eline. O halde sarıl bütün saatlerine. Bugününe el koyarsan, daha az bağlı kalacaksın yarına. (Ahlaki Mektuplar, Seneca)

Bu alıntının yapıldığı kitap 2000 yıl önce Seneca tarafından yazılmış. Siz de dikkat ettiniz mi, o zaman da zaman hoyratça kullanılıyordu, şimdi de. Demek ki değişen bir şey yok. Öyle ya, biz değişmek istemezsek değişim nasıl gerçekleşecek. İnsanlar öyle akılsız ki, bir kimseden küçücük, değersiz, yerine konulabilir bir şey aldılar mı, kendilerinin borçlu sırasına konmasına göz yumuyorlar da, minnettar olunsa bile, karşılık yapılamayacak tek şeyi, yani zamanı alan insan, hiçbir şeyle borçlu saymıyor kendini.

Zamanın bizim en önemli değerimiz olması gerekiyor. Çünkü bize sınırsız verilmemiş, bilakis sayılı verilmiş ancak miktarı bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var ki verimli olarak kullanacağımız miktar sınırlıdır ve ne zaman elimizden alınır bilmiyoruz. 

Öncelikle televizyon ve akıllı telefon başında geçirdiğimiz zamandan başlamak lazım. Çünkü bunlar uyuşturucu gibidir. Bunlara dalınca zaman kontrolünü kaybediyoruz. İşin kötüsü de kaybettiğimiz zaman, çoğunlukla verimsiz geçiyor. TÜİK’e göre Türk halkı günde altı saat televizyon izliyor, günde dört saat internete giriyor.

Kitap… Hepimizin ihmal ettiği şey, hâlbuki kitap okumanın kıymetini bilseydik eminim elimizden kitabı bırakmayacaktık. TÜİK’e göre ülkemiz insanı kitap okumaya ancak altı dakika vakit ayırıyor. Oysa yukarıda yazdığımız gibi TV’ye altı saat ayırıyor. Altı saat, üç yüz altmış dakikadır. Altı dakika nerede, üç yüz altmış dakika nerede? Yüce Allah’ın Kur’an’ı Kerim’deki ilk emrinin “Oku” olduğunu bilmeyenimiz yoktur sanırım. Bu emir laf olsun diye verilmemiştir. 

Kitap okuma alışkanlığı edinmek için öncelikle merak ettiğimiz konuları içeren ince kitaplardan başlamak faydalı olabilir. Daha sonra kendimize bir minimum okuma süresi belirlemeliyiz. Önce yirmi dakika, sonra yarım saat, sonra da ne kadar mümkün olabiliyorsa... Ben böyle başladım. Şu anda kitap okuma sürem güne ve şartlara göre en az iki saattir. Kimi günler sekiz saat, kimi günler beş saat, bazen üç saat okuyorum. Ama olağanüstü bir durum olmadıkça günde iki saatten az okuma veya yazmasız gün geçmiyor. Şöyle bir düşünelim, çok değil, günde on sayfa okuyan bir kişi, yılda 3650 sayfa kitap okur. Bu da ortalama yılda on sekiz kitaba eşdeğerdir. 

Bir diğer zaman israfı “zaman çalıcılardır” Bunlar sizin zamanınızın verimsiz geçmesine yol açan kişilerdir; onlara da dikkat etmek lazım. Yazacak çok şey var ama yazı yeterli uzunluğa ulaştı. Bundan sonra okuyuculara sıkıcı gelebilir. Başka bir yazımızda buluşmak üzere…