Ercüment Züngür yazdı: Gölgeler çekildiğinde!
Ayşe ve Ömer aynı hastahanede ve aynı doktorlar tarafından tedavi edilmeye çalışılan ve kemoterapi gören iki çocuktur. Belli bir süre sonucunda Ayşe’nin iyileşme süreci hızlı bir şekilde seyir gösterirken Ömer’in tedaviye cevap verme süreci neredeyse yok gibiydi. Hastalıkları aynı, yaşları aynı, doktorları aynı, hastane aynı, tedavi yönten ve süresi aynı…. Bu duruma etki eden şeyin saydıklarımızın dışında olduğunu tahmin etmede zorlanmayız sanırım.
Evet, Ayşe’nin tedavi gördüğü süre zarfına ailesi dışında neredeyse her gün okuldan, sokaktan arkadaşları ve tanıdıkları ziyaretine geliyor, halini soruyor ve sohbetlerle vakti eğlenceli hale getiriyorlardı. Bu durum Ayşe’nin hastalığa karşı direncini güçleştirip vücut fonksiyonları açık ve çalışılır duruma getirmiştir; bu pozitif ortam, Ayşe’nin umudunu diri tutmuştur ve hastalığa karşı olumlu cevaplar vermiştir. Aynı durumda olan Ömer’in ise aile dışında geleni gideni olmamıştır ve onlarda hep üzüntülü ve karamsar bir ruh halinde orada var oldular. Bu durum Ömer’in hem direncini hem de umudunu kırmıştır ve iyileşme süreci de yok denecek şekilde yavaş seyir etmiş; yıllar geçtikçe de hastalığı giderek ağırlaşmıştır.
Bu iki seçimin içerisinde var olan tek gerçek kişinin yalnız yaşamayacağı ve sürekli bir gruba-topluluğa ihtiyaç duymasıdır. Kalabalıkların olduğu yerler kişiye hep daha cazip gelmiştir. Benim canım sıkılıyor alışverişe gideceğim, moralimin düzelmesi için kuaföre gideceğim, top oynamak için halı sahaya gideceğim, moralim bozuk sinemaya gideceğim… Gibi sözlerin altında kalabalığa karışmak veya sohbet etme isteği yatmaktadır.
Yapılan önemli araştırmaların sonucu göstermiş ki; yalnız kalan kadın ve erkeklerin ölüm riski artıyor. Nispeten daha geniş bir sosyal alana sahip kişilerin bunama durumları daha az görülürken sosyal çevresi az olan kişilerin bunama, halsizlik, kalp krizi gibi olumsuz sonuçları olabilmektedir. Bu yalnızlığın giderilmesi için topluma karışmak, yüz yüze görüşmek ve kişilerle konuşmak yerini sanal çevreyi seçenlerde ise belli bir noktadan sonra doyurulamayan yalnızlık açlığı sebebiyle kişiyi ölüme-intihara bile sürükleyebilmektedir.
Bu yalnızlık ile ilgili tercih bize mi bağlı? Bunun cevabı biraz evet biraz da hayırdır. Kişi daha önceki ilişkileri, deneyimleri, yaşadığı olumsuzluklar ve hayal kırıkları kişide yalnız kalmayı bir tercih olarak sunmaktadır. Bazen de toplumun kendisine uygun bir rol vermemesi, toplumda var olan olayların kişide bir karşılığı olmaması, sahip olduğu yeteneklerin ve fikirlerin toplumda bir karşılığının olmaması kişiyi yalnızlığa itebilmektedir.
Sosyal çevre ve göğüs kanseri arasındaki ilişkiyi inceleyen bir araştırmada ise; kendilerini yalnız hisseden kişilerin ölüm riskleri 4 kat daha fazla olduğu sonucuna varılmıştır. Aynı araştırmada kadın-erkek yalnızlık ve hastalık arasındaki ilişkiye de değinmiştir. Kadınların erkeklere nazaran daha sosyal oldukları ve bunu birincil ihtiyaç kategorisine koydukları ve uygulamada geri durmadıkları için bunama ve ölüm risklerinin daha düşük olduğu sonucunu gözlemlemişlerdir. Erkeklerin ise yalnız kalmayı daha çok tercih ettikleri ve bunun başlarda özgürlük olarak algılandığı fakat zamanla bu durumun bir alışkanlığa ve hastalığı dönüştüğü bir gerçektir. Toplumun dedikodu dediği ( ki yanlış bir tabir) ama kadınların dertleşme dediği sosyallik ve hemcinslerle olan muhabbet kişiyi mutlu ve daha sağlıklı bir noktaya götürmektedir. Erkeklerin de yaptığı muhabbetler bu tabirin dışında pek değildir. Tek amaç yalnızlığı gidermektir. Ve asıl yalnızlık üzerimizdeki gölgeler çekildiğinde ortaya çıkmaktadır ve o esnada özellikle kendimizle baş başa kaldığımızda ne kadar dostumuz ne kadar muhabbetdaşımız olduğu anlarız.