Câfer-i Tayyar (r.a), ilk Müslümanlardandı. Mekkeli müşriklerin zulmünden kaçıp hanımıyla birlikte Habeşistan’a hicret etmişti. Orada yıllarca kaldı. Ancak hicretin yedinci yılında Medine’ye döndü. Bir gün Resûlullaha (sav) hicreti sırasında Habeşistan’da gördüğü şu hâtırasını anlattı:
“Bir gün oturuyorduk. Yaşlı bir râhibe yanımızdan geçti. Başında da büyükçe bir su testisi vardı. Bir genç bu zavallı kadını arkasından itti. Kadın iki dizinin üstüne düştü ve başındaki testi kırıldı. Rahibe ayağa kalkarak o gence şöyle bir baktı ve:
“–Ey zâlim! Allah, kürsüyü kurup gelmiş geçmiş herkesi huzurunda topladığında, eller ve ayaklar konuşup yaptıklarını anlattıklarında, Allah huzurunda benim hâlimle, kendi hâlinin nasıl olduğunu öğreneceksin!” dedi.
Bu sözleri duyunca, Peygamber efendimiz tebessüm etti ve şöyle buyurdu:
“–Kadın doğru söylemiş. Evet, doğru söylemiş. Güçsüzlerin hakkının güçlülerden alınmadığı bir toplumu Allah nasıl temize çıkarır!”
Yüce Allah bir ayet-i kerimesinde: Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka değildir! Âhiret yurdu ise Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız? (En’am 32. ayet) buyuruyor.
İnsanoğlu dünyaya geldiğinde adeta hiç gitmeyeceğini zannediyor. Ölümü biliyor. Ancak bazıları ölümü herkese yakıştırmak ile beraber kendilerine yakıştıramadığından, türlü dalavereyi yapmaktan da çekinmiyor. Kendilerini güçlü-kudretli hissettiklerinde güçlerini zorbalık aracı kılmaktan çekinmiyorlar. Halbuki kürsü kurulacak ve Hz. Peygamberin (sav) söylediği gibi: “Kıyamet gününde, haklar sahiplerine mutlaka verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacaktır.” Yüce Allah bir ayeti kerimesinde: “Zerre miktarı hayır ve iyilik yapan onun mükâfatını, zerre miktarı şer ve kötülük yapan da onun cezasını görür” (Zilal 7-9) buyuruyor.
Dostoyevski şöyle söyler: “Zulüm bir alışkanlıktır; insanda bu alışkanlığın kökleşmesi, sonunda hastalığa dönüşmesi mümkündür. Sarsılmaz inancıma göre, en iyi bir insan bile alışkanlıkla, sanki bir hayvanmış gibi kabalaşıp o derece aptallaşabilir.” Bu sebeple zulmün alışkanlık haline gelmemesi için zulme hiç başlamamak gerekir. Tavsiyem, -daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi- davranışlarımızı “Resulullah olsa böyle yapar mıydı veya bu davranışımı onaylar mıydı”, sorusunu kendimize sorarak ayarlamamızdır. Soru samimiyetle sorulduğunda doğru cevap alınacağını zannediyorum.
Diğer taraftan zalimlere yardım etmek Resulullahın tavsiyesidir. “Bu nasıl olur?” diye sorabilirsiniz. Resûlullah:
“Din kardeşin zâlim de olsa mazlûm da olsa ona yardım et!” buyurmuştu.
Bir kişi:
“–Ya Resûlallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ancak zâlimse nasıl yardım edebilirim?” diye sordu.
Allah Resûlü:
“–Onu zulümden alıkoyar, zulmüne mânî olursun. Şüphesiz ki bu, ona yardım etmektir” buyurdu.
Bu yardımın çoğu zaman geri tepmesi bizi yardımdan alıkoymasın. Yasin suresi 17. ayette belirtildiği üzere: "Bize düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir." Çünkü hesap gününde zalimler kendisini uyarmayanlardan şöyle hesap soracaklardır: Ya Rab, bu kişi benim zulm işlediğimi görüyor ve “gücü yettiği halde” bana engel olmayıp benim günahkar olmama katkı sunuyordu!
Rabbim bizi zalim ve mazlum olmaktan korusun…