11.02.2022 tarihinde değerli büyüklerimiz bizim için ve çocuklarımız için yepyeni bir kararla karşımıza çıktılar. Sınıfta kalmanın isteğe bağlı olduğu eğitim sistemimizde artık isteyen herkes sınava girme şartıyla üniversiteye çok yüksek puan almadan 1-2 soruyu doğru cevaplayarak üniversiteye gidebilecektir. Eksiklerini, faydalarını ve zararlarını şimdi tartışmak, biz öğretmenlerin salon muhabbeti şeklinde olacaktır. Keşke bu tür kararlar verilirken biz öğretmenlerinde görüşleri alınsaydı. Belki destek olacaktık, belki bizimde farklı fikirlerle katkımız olacaktı, belki bu işin olurlarını ve olmazlarını birinci ağızdan bizler sizlere sunacaktık.
Bazen halkın istek ve ihtiyaçlarını karşılamak için bazen de devlet büyüklerimizin gelecek hedeflerini çağrıştıran bir kavram olarak dillendirilmiştir. Yeni eğitim sistemi, tekrar yeni eğitim sistemi, bir daha yeni eğitim sistemi… Bu zincir insanoğlu var olduğu müddetçe hep halkasına yeni bir halka ekleyecektir ve dinamikliğini hep koruyacaktır. Ancak eğitim genellikle, eğitimin yeni olmasına dair hedefler ve dile getirilen taleplerden kaynaklı olarak değil, toplumsal gelişmeler sonucunda değişerek yeni olmuştur. Bir başka ifade ile yeni eğitim, hedeflendiği için değil toplumsal değişmenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Şu ana kadar küresel çapta çok büyük eğitim reformu olmamıştır. Ufak tefek değişimler olmuştur ama ülkelerin kendi eğitim sistemlerine ufak dokunuşları dışında reform niteliği taşıyan köklü değişimler olmamıştır ama günümüzde reformun şart olduğu gerçeğini de yetkililer her ortamda dile getirmektedirler. Öyle görülüyor ki yakın zamanda eğitimde küresel, ulusal ve yerel ölçekte yaşanan yeni gelişmelere dayalı olarak belli açılımlar başlayacaktır. Çünkü 2019 yılının son aylarında görülen Covid-19 hastalığının bir salgına dönüşmesi sonucu oluşan gelişmeler tüm dünyada ve benzer şekilde Türkiye’de yeni bir dönemin başlamasını tetiklemektedir. Nitekim yaşamın her boyutunda belli değişiklikler olacağına dair işaretler ortaya çıkmaya başlamıştır. Türkiye olarak bu değişime üniversiteye isteyen herkesin bir iki soru cevaplayarak girebileceğinin önünü açarak başlamak bu reformun bir halkası mı yoksa reformun önüne konulan bir takoz mu olacağını zamanla hepimiz çok net bir şekilde göreceğiz.
İnsan ve toplum hayatında, üretim sistemlerinde, hizmet sunumlarında ve daha birçok alanda gerçekleşecek etkileşim ve ilişkilerin yüz yüze olmadan elektronik araçlarla sağlanacağı bir dönem yaşanmaya başlanmıştır. Kamuda ve özelde birçok iş kolunda evden çalışılarak işleyen bir sistemin kurulacağı ifade edilmektedir. Her alanda teknoloji yoğun bir işleyişin olacağı, bu anlamda üretim, tüketim ve hareketliliğin tamamen kontrol altına alınacağı bir dönemin yaşanacağı ileri sürülmektedir. Bu emareler göstermektedir ki insanlık en köklü dönüşümlerden biriyle yüz yüzedir. Ekonomiden sağlığa her alanda meydana gelecek olan değişime mevcut eğitim sisteminin uyum sağlaması mümkün gözükmemektedir. Zira, her yerde her zaman çalışabilmeye ve üretebilmeye dayalı esnek çalışma düzenine bir merkezden sevk ve idare edilen katı eğitim sisteminin cevap vermesi zordur. Peki, biz ülke olarak bu işin neresindeyiz? Bu işi ne kadar dikkate alıyoruz? Bu işin eksilerine, artılarına karşı nasıl hamlelerde bulunacağız? ... Acaba ilk adım olarak isteyen herkesin çok bir emek vermeden üniversiteye girmesinin önünü açarak mı başladık. Zorunlu eğitimin 12 yıl olması ve sınıfta kalmanın olmadığı bir sistemde çocukları idare etmek, çalışmaya ikna etmek bu kadar zorken şimdi de çok rahat bir şekilde üniversiteye gidebilmek çocukları nasıl motive edecektir ya da nasıl güdüleyecektir, bilmiyorum.
Günümüzde peşinden gidilen ve oluşturulmaya çalışılan yeni eğitim sistemi genelde pandemi kaynaklı sonuçlardan beslenmektedir. Pandemi gibi çabuk ve hızlı kararlar vermeyi gerektiren ani gelişmeler karşısında aşırı merkeziyetçi bir işleyişe sahip eğitim sisteminin uyum sağlaması mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla, salgına dayalı oluşan yeni şartların eğitimde köklü değişikliklere neden olabileceği düşünülmektedir. Çünkü şimdiye kadarki değişiklikler gibi münferit nitelikte atılan adımlar yeterli değildir. Dolayısıyla salgın döneminde ve sonrasında eğitimin birçok bileşeni içererek sistemli ve köklü bir şekilde değişmesi beklenmektedir. Sistemli ve köklü bir değişimin gerçekleşmesi içinse eğitimin felsefi ve yapısal boyutlarda yeniden anlamlandırılması gerekmektedir. Burada sistemin yenileşmesi için yapay ve olması zaruri görünen kararlardan da kaçınması gerekmektedir. Eğitim sisteminin yenileştiği sıkça ifade edilmiş olsa da yapısal ve felsefi açılardan köklü değişikliklerin gerçekleşmediği gözlenmektedir. Geçmişten bugüne eğitimde değişiklikler yapıldığı ileri sürülmüş ve bunun çeşitli örneklerinin etkileri gözlenmiş olmakla birlikte, eğitimde gerçek anlamda öğrencilerin gelişim ve öğrenme olanaklarını sistemli bir biçimde artırıp destekleyecek bir yenileşmenin iyileştirici izlerine rastlandığını söylemek güçtür. Bunun temel nedeni, eğitim hakkında politika geliştiren ve karar veren mercilerden bağımsız olarak, aslında uzun zamandır toplumsal düzende, sosyal hayatta ve kültürde eğitimin mevcut yapı ve anlayışının köklü olarak değişmesini sağlayacak nitelikte önemli bir gelişmenin gerçekleşmemiş olmasıdır. Zira sosyal bir olgu olan eğitim dışarıdan müdahale ile değiştirilen değil, sosyal şartların etkisiyle kendiliğinden değişen bir sistemdir.
Bu sıralarda Pekin’de kış olimpiyatları yapılmaktadır. Az zaman ayırıp biraz izleme şansım oldu ve izlemelerim sonunda az biraz araştırma gereği duydum. Orada kaç sporcu ile ülkemiz temsil edilmektedir? Ve temsil eden sporcularımızdan kaçı başarılı sonuçlar elde etti? Ülkemizin coğrafi yapısının bu sporlara çok uzak olmadığını net bir şekilde görebilmekteyiz ve genç nüfusumuzun da bu sporu hayli yapacak sayıda olduğunu da bilmekteyiz peki neden sonuçlar ve katılım sayısı bu kadar yetersiz? Acaba burada bize bir mesaj mı var? Ya da çıkarmamız gerek sonuçlar mı var? Eğitim sistemimizi biraz bu yönden geliştirmek daha doğru bir adım olacağını düşünmekteyim. Yeni yapılan sistemde üniversitenin bir liseden farkı kalmayacağını net bir şekilde söyleyebilirim. Bu hızımızı ve birikimimizi gençlerin faydasına olacak yeni çalışmalara ayırmanın daha sağlıklı adımlar olacağını bilmeliyiz. Hali hazırda üniversitelerden mezun binlerce gencimiz varken başka gençleri de bu kervana katmak doğru bir adım olmayacağını görebilmekteyiz. Üniversiten mezun olan gençlerin 24 yaşında olacağını ve kendi alanı dışında yeni bir işe adapte olması ve o işe gönül bağı kurması çok büyük zaman kaybı olacağını da göz ardı etmemeliyiz.
Ercüment ZÜNGÜR