Kenan Rifai’nin “Sohbetler” adlı eserinde şöyle bir hikaye anlatılır:
“Kırk sene dervişlik etmiş bir kimseye bir sorunuz varsa buyrun sorun! demiştim. O da tesbihi çekerken nasıl tutulması gerektiğini, düz tutulursa Sıratın kolay geçileceğini ve daha buna benzer çeşit çeşit sorular sordu. Ona, tesbihle Sıratın ne alâkası var? İster yukarı tut, ister aşağı... Hiçbirinin faydası da yok zararı da. Sen kendine bak, kendini doğru tut. Bu kâfidir. Sırat, tesbihin suretiyle değil, mânâsıyle alâkalıdır. Tesbih demek, Allah'ı tenzih etmek, birlemek demektir; bunu yapabiliyor musun?”
Kur’an-ı Kerim’de çeşitli ayetlerde Allah’ı tesbih övülmüş ve tavsiye edilmiştir. Örnek olarak A'raf 205 ayetine bakalım: “Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, alçak sesle sabah akşam rabbini zikret, gafillerden olma!”
Bu ayetleri şöyle yorumlamayı tercih etmişiz: Eline tesbih alıp Allah’ı zikret. Zikret de nasıl zikret? Bu konuda Gazali, İhya adlı eserinde; zikrin bütün ibadetlerin en yücesi ve en faydalısı olduğunu, fakat bu özelliği taşıyabilmesi için zikreden kişinin kalbinde kendini Allah ile beraber hissetmesi ve sevgi duygusunun bulunması gerektiğini ifade etmektedir. Böyle bir ruhi halinin eşlik etmediği, sadece dilde kalan zikrin insanın manevi hayatına ve ahlaki gelişimine hiçbir katkıda bulunmadığını söylemektedir.
Kalbin eşlik etmediği dil ile yapılan zikrin de faydalı olabileceğini belirten alimler de vardır. Ancak Gazali’nin görüşü bana göre daha değerlidir. Hissederek söylenen bir zikri, kalbin eşlik etmediği bin zikre tercih ederim.
Yazımıza yine Kenan Rifai ile son veriyoruz:
“Faraza sen, sabahlara kadar şuursuz olarak zikredip ibadette bulunmuşsun. Ne ehemmiyeti var? Bunu, bir gramofon plağı, bir vapur makinası, senden bin kere daha iyi yapar. Ne olsa bir makina ile yarışamaz, birkaç kere zikredip, Allah, Allah! deyince yorulursun. Nefesin kesilir fakat o yorulmaz ve senden çok daha mükemmel olarak zikreder. Demek ki bilinçsizce yapılan tâat, ibadet ve zikirleri, makinalar insanlardan daha devamlı ve daha mükemmel yapıyor. Hâlbuki insandan beklenen şuursuz bilgi ve amel değil irfan ve cevherdir." Kenan Rifai 169.