1980 darbesi ve 1999 Marmara depreminden bu yana ilk kez okullarımızın bu kadar uzun sureli kapalı kalmış olması beraberinde alışık olmadığımız yeni sorunlar, yeni çözüm yolları, yeni eğitim anlayışlarını… Getirmiştir. Biz eğitimciler olarak bizi daha çok ilgilendiren ve üzerinde kafa yormamız gereken konunun öğrenme kayıpları olduğunun farkındayız. Pandemi döneminde her ne kadar eğitime online olarak devam edilmeye çalışılsa da çoğu öğrenci online öğrenme sürecinde güçlük yaşamıştır. Özellikle yoksul çocuklar uzaktan eğitime erişimde bu güçlükleri daha derinden tecrübe etmiştir. Teknolojik imkânsızlıklar, ailenin maddi yetersizliği ve iletişimin sağlıksız ve yetersiz olması nedeniyle derslere bağlanamamış ya da dersleri takip edememiştir. Bu durum sadece yoksul çocuklar için değil diğer çocuklar içinde güvenirliliği olmayan bir yola dönüşmüştür. Çünkü hem ailelerle hem de öğretmenlerle yaptığımız görüşmelerde çocukların derse motive olmada, dersi takip etmede ve disipline olmada sorunlar yaşadıklarını öğrenmiş olmaktayız.

Öğrenme kayıplarını sadece çocuk odaklı olarak ele almak bizi yanıltacaktır çünkü öğrencilerin dışından çevreden kaynaklı; ailenin gelirlerinin azalması, ailenin tamamının veya bir kısmının karantina altına alınması ve bu surecin tekrar etmesi, oluşan ölüm kayıpları, kişilerin salgın korkusundan birbirinden uzak kalması, dışarıya rahat çıkamayan çocukların oyundan uzak kalması ve evde bunalması… Gibi sorunlarda okul kaynaklı öğrenme kayıplarını doğrudan etkilemektedir. Bu durum karşımıza her öğrencinin aynı durumda olduğu gibi sonuç çıkarmasın; ailesinin durumu iyi olan, teknolojik altyapı sorunu yaşamayan ve bilinçli velilere sahip olan çocukların bu durumu en az kayıpla atladıklarını görmekteyiz. Ama burada bizi ilgilendiren ve bu suretçe oranının daha fazla olduğu, eğitimden uzak kalan çocuklardır. Eğitimle ilgili ülkelere destek veren uluslararası kuruluşlar sürecin en başından beri yayınladıkları raporlarda okulların kapanması ile birlikte öğrenme kayıplarının yaşanacağını ve dezavantajlı öğrencilerin öğrenme kayıplarının daha büyük olacağını vurgulamışlardır. Bu kapsamda ülkeler öğrenme kaybını en az düzeyde tutabilmek için çeşitli uygulamalara başvurmuşlardır. Bizde burada işin sadece kendimizi ilgilendiren kısmı ile ilgilenmeye çalışacağız. Ne tur sorunların olduğu ve bu sorunlara karşılık ne tur çözüm önerilerimizin olduğunu sizlerle paylaşacağız.

Yukarıda saydığımız sıkıntıları artık geride bıraktığımızı varsayarak bu suretçe meydana gelen öğrenme kayıplarımızı ‘’nasıl gideririz?’’ kısmına derinlemesine değinmeye çalışacağız. Burada öncelikle değineceğimiz konular, öğrenci ile birlikte işin öznesi olan biz öğretmenleri ilgilendiren konulardır. Biz öğretmenler, bu sureci nasıl verimli hale getirebiliriz, derslerimizle ilgili meydana gelen öğrenme kayıplarını nasıl minimuma indirebiliriz, öğrencilerimizi boğmadan ve sıkılmalarına izin vermeden nasıl okula tekrar alıştırabiliriz, dezavantajlı çocuklar ile normal çocuklar arasında bir buçuk yılda meydana gelen uçurumu nasıl kaybedebiliriz… Gibi sorulara muhatap kalabiliriz. Bizim bu suretçe bonkör davranacağımız o kadar uzun bir zamanımız yok bu nedenle yaptığımız araştırmalar sonucunda imdadımıza ‘’Karma Eğitim Modeli’’ yetişmektedir. Yaptığımız birçok araştırmada ülkelerin büyük bir kısmının da bu modeli kullandığı görmekteyiz.

Karma Öğrenme: Hibrit Öğrenme veya Karışık Öğrenme olarak da bilinen harmanlaşmış öğrenme, en sade tanımıyla geleneksel eğitim metodunun çevrimiçi(online) eğitim materyalleriyle zenginleştirilmesi yani harmanlanması olarak tanımlayabiliriz. Karma Eğitim Modeli tek başına bağımsız olarak çıkmış bir model değildir, içerisinde çoklu zeka kuramını, proje tabanlı öğrenme modelini, tam öğrenme modelini, basamaklı öğrenme modelini, aktif öğrenme modelini… Barındırmaktadır. Karma öğrenme modeli bizi tek bir kalıba sokmuyor aksine bize seçim şansı veriyor. Burada önemli olan verilecek ev ödevlerinin nasıl olması gerektiği, EBA dan izlenilmesi gereken derslerin hangileri olabileceği, öğretmenin çevrimiçi vereceği derslerin içeriğinin nasıl olması gerektiği ve okulda vermesi gereken derslerin hangilerinin olması gerektiğini bilip bunlar arasında çok iyi bir seçim yapmasıdır. Her öğrenme modelinde olduğu gibi karma eğitim modelinin de avantajları ve dezavantajları olabilir. Burada iş biz öğretmenlere düşmektedir, avantajlarını maksimum seviyede kullanıp dezavantajlarını minimuma indirecek bir planla rahatlıkla sınıfımıza uygulayabiliriz.

Çözüm olarak sadece tek bir öğrenme modeline bağlı kalınması da hem eğiteni hem de eğitileni analitik düşünmekten mahrum bırakılabilir. Yukarıda da değindiğim gibi öğrenme kayıpları her yerde aynı değildir. Burada okulun açılmasını fırsat bilerek geçerli ve güvenilir ölçekler uygulayıp öğrenme eksiklerini tabloya dökebiliriz ve elimizde olan sonuçlara göre en uygun modeli uygulamalıyız. Öncelikle yapmamız gerekenler öğrenme kayıpları açısından dezavantajlı durumda olan öğrencilerin belirlenmesidir. Tüm öğrencilere kısa süreli ve yüksek yoğunluklu dersler verilmesi, ailelerle tutarlı iletişim geliştirilmesi; ailelerin öğrencilere yardımcı olabilmesi için faydalanabilecekleri etkinlikler ve müdahale programları hakkında rehberlik edilmesi, öğrencilerin evden çalışma yoluyla takip edebilecekleri basılı veya elektronik kaynaklar hakkında bilgilendirilmesi, öğrenci eğitimiyle tutarlı olarak aileler için eğitim müdahalelerin uygulanması… Bu yolu sağlam bir şekilde takip ettiğimizde alacağımız sonuçların gerçeklik değeri de o kadar yüksek olacaktır.

İlkokul kademesinin son iki yılına baktığımızda, sadece 1. Sınıflar düzeyinde 2019 Eylül ayında başlayan çocuklar bu sene 3. Sınıfa geçtiler fakat hala 1. Sınıfta öğrenmesi gereken konuları tam alamamış ve okuma yazmasında çok büyük sıkıntıların olduğunu görmekteyiz. Aynı durum 2020 Eylül ayında okula başlayan 1. Sınıflar içinde geçerlidir. Özellikle ilkokulun bu seviyesindeki çocukların öğrenme eksiklerini yüz yüze yapılacak etkinlikler dışında giderilmesi pek mümkün gözükmüyor. Burada yapılması gereken yüz yüze olmasa da bir şekilde öğrenilebilecek konuları ayıklamak olacaktır. Daha sonra öğretmenlerin hem psikolojik hem de fizyolojik bir yorgunluğa girmesine sebebiyet vermeden gerekirse hafta sonlarını da dahil ederek okullarda bu eksiklerin giderilmesi konusunda hızlandırılmış bir eğitim modeli uygulanabilir. Başka bir önerimiz ise İYEP i sadece 4. Sınıflara değil 2. Ve 3. Sınıflara da uygulayıp öğrenme kayıplarını en aza indirebiliriz.

Burada işlerin tamamını öğretmen ve öğrenciye yüklemek de sağlıklı olmayacaktır. Bizim bir şekilde veliyi de bu surece dâhil etmemiz lazım. Okul içi uygulamaların yanı sıra öğrencilerin evde ebeveynleri ile yapacağı etkinlikler yoluyla da öğrenme kayıplarının azaltılabileceği belirtilmektedir. Geçmiş yıla ait bilgilerin tekrarının yapılması, evde çocuğa uygun öğrenme ortamlarının hazırlanması, okuma etkinliklerinin yapılması, sözlü muhakeme, problem çözme ve kelime becerilerini geliştirmeye yönelik oyunlar oynanması, hikâye anlatımı bunlar arasında sayılabilir. Öte yandan ebeveyn özellikleri, çocuğa sunulan desteğin kalitesini etkileyebilmektedir. Yapılan araştırmalar, uzaktan eğitimde çocuklarına yeterince vakit ayırabilen, teknolojik becerileri gelişmiş ve eğitim düzeyi daha yüksek olan ebeveynlerin çocuklarına daha fazla katkı sağlayabildiğini ortaya çıkarmıştır.

Sonuç olarak gerek sosyal ve gerekse bilişsel açıdan bakıldığında okuldan uzak kalınan süre öğrencilerin aleyhine işlemektedir. Bu dönemde öğretimi sürekli kılmak, öğrenme kayıplarını en aza indirgemek ve öğrencilerin iyi oluşlarını sağlamak her zamankinden daha fazla önem kazanmıştır. Olağanüstü sayılabilecek böyle bir dönemin öğrencilere yönelik olumsuz etkilerini olabildiğince azaltmak, tüm paydaşların en önemli gayesi olmalıdır.

ERCÜMENT ZÜNGÜR