Adaletin nihai maksadı, zarar görmekten korunmaktır. Bir kişi, pek çok bakımdan zarara uğrayabilir. Birincisi bir fert olarak, ikincisi bir aile mensubu olarak, üçüncüsü bir vatandaş olarak.
Bir fert olarak kişinin bedeni, saygınlığı ya da mülkü zarar görebilir. Bir aile mensubu olarak kişi; bir babayken, anneyken, çocuk iken zarara uğrayabilir. Bu örnekler misliyle çoğaltılabilir. Kişiler karşı karşıya kaldıkları veya kalabilecekleri zararlardan korunmak veya bunları tazmin etmek için adalet sistemini kendi tekellerinden çıkararak devlet mekanizmasına bırakmışlardır. Bugün adaletin tecellisi için yegane hak arama noktaları adliyeler ve bunlara bağlı olarak çalışan mekanizmalardır. Bunların dışındaki hiçbir adalet arayışı, devlet ve fertler tarafından meşru görülmemektedir.
Şahısların adalet arayışları devlet mekanizması içerisindeki adli kurumlarda devam ederken bu arayış bir çok nedenle akamete uğrayabilmektedir. Özellikle günümüzde yargılamaların uzun sürmesi, şahısların adli mekanizmalardan istediklerini elde edememesi, ceza yargılaması ve ceza usulündeki bazı kanunlar neticesinde verilen cezaların şahısların ve toplumun vicdanını rahatlamaması adalete yöneltilen birkaç eleştiri noktasıdır. Adalete erişimin gitgide zorlaşması ve ortaya çıkan yeni suç tipleri nedeni ile vatandaşlarda artık adaleti başka mercilerde arama meyli oluşmaya başlamıştır.
Özellikle günümüzün “dijital çağ” olması nedeniyle adalet arayışı sosyal medya mecralarında daha çok dile getirilen ve adeta sosyal medya ile baskısı ile bazı yargılamaların başladığı ve bittiğini gözlemlemekteyiz. Sosyal medyanın giderek yaygınlaşmasıyla birlikte bu mecralarda yapılan paylaşımlar zaman zaman gündemin ilk sıralarında haber olarak yer almaktadır. Özellikle son birkaç yıldır sosyal medyaya yansıyan kadınlara yönelik kimi şiddet veya taciz olayları yargıyı da harekete geçirip yönlendirmekte, bu anlamda sosyal medya adeta “dijital savcı” gibi davranarak mahkemelere yol göstermektedir. Yargı kurumu da, sosyal medyaya yansıyan ve milyonlarca kişinin önüne haber olarak düşen bir gelişmeye kayıtsız kalamamaktadır.
Bu anlamda, üzerinde düşünülmesi gereken en temel şey, insanların adaleti neden sosyal medyada aramaya kalktıkları sorusudur. Her şeyden önce, uğradığı haksızlığı veya saldırıyı o güne değin yargıya ve toplumdaki diğer insanlara duyuramayan bireyler, bugün artık sosyal medyadaki katılım, paylaşımlar ve muhatabı olan kurumları/kişileri (bakanlar, siyasiler, bürokratlar) etiketleme yoluyla sorununa ortak etmeyi başarmaktadır. Bu, sadece demokratik bir sosyal hak değil, kamusal anlamda da işlevsel bir kazanımdır.
Peki. dördüncü kuvvet olan medya ve sosyal medyanın, somut olaylarda uyarıcı yayın yaparak savcıları, hâkimleri, hatta hükümeti etkilemesi yeterli midir? Ne derece meşrudur? Sosyal medyanın uyarıcı yayınları olmadan adalet gerçekleşmeyeceğine veya gecikeceğine göre, yargı kurumundaki eksiklik nereden kaynaklanmaktadır? Kuşkusuz Türkiye’de yargının iş yükü çok ağırdır. Mahkemelerde milyonlarca dosya yıllardır karar için beklemektedir. Yine bir çok olay “basit nitelikte” görüldüğünden üzerine yeterince gidilmemekte ve ileride bu basit olaylar bir aile veya toplum faciası şeklinde sonlanabilmektedir. Yine karakollara ve emniyete intikal eden bir takım olaylarda taraflar uzlaştırılmakta ya da “aile içi mesele” şeklinde lanse edilerek olayların vahametinin farkına varılmamaktadır. Fakat sosyal medyanın kurum ve kuruluşlar üzerinde oluşturduğu baskı sayesinde failler ifadeye çağrılmakta, haklarında yakalama kararı çıkarılmakta bazen suçun basit nitelikte olmasına rağmen tutuklama kararı verilebilmektedir. Bu da suç işleme kararlılığını etkilemekte ve suçlunun, suç işleme kararlığında tereddütte düşmesini sebebiyet vermektedir.
Sosyal medyanın yargıyı -adaletin yerine getirilmesi konusunda- yönlendirici bir işlev gördüğünü söylemek mümkündür. Devletin katı ve hantal bürokratik yapısı karşısında sosyal medyanın “sınırsız” gücüyle kilitli kapıları zorlayan bir “çilingir” görevi yaptığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu durumun elbette etik açıdan bir sınır çizgisi taşıması gerektiği ortadadır. Ne var ki, dijital çağın hızlı tüketim pratikleri karşısında, adaletin de önünde sonunda bundan payını alması kaçınılmazdır. Nitekim benzer her olayda çark hemen hemen aynı şekilde işlemekte; yargının “basit” olarak algıladığı bir gelişme sosyal medya sayesinde bir anda ülkenin gündemine oturmaktadır. Kamuoyunun gücü, sosyal medyanın itkisiyle, adaletin karmaşık yapısındaki düğümleri çoğu kez kolayca çözmektedir. Yargı kurumu, toplumsal reflekse kayıtsız kalmamaktadır. En azından, kamuoyunun tepkisi dininceye kadar -âmiyâne deyimle- toplumun “gazını” almak için saldırganlar kısa süreliğine de olsa tutuklanmakta, benzer bir yeni olay meydana gelinceye kadar konu gündemden düşmektedir. Bu noktada, gerçek sanala, sanal da gerçeğe dönüşmektedir.
Sosyal medyanın, adalet terazisi üzerindeki bu etkisi gün geçtikçe daha da artacağa benziyorken bazen de asılsız haberler yolu ile aslında masum olan insanlarında adalet kılıcı ile kesilmesine sebebiyet verdiği bir takım olaylar ile karşımıza çıkmıştır. Burada iş, adalet mekanizmalarının süzgecinin iyi çalışmasına ve gelen her haberi kanun ve hukuki yorum süzgecinden geçirilmesine bağlıdır. Moderniteye yenilerek sırf toplumsal baskıyı azaltmak için alınacak kararlarda gelecekte adaletin büyük yara almasına sebebiyet verecektir.