Karnı acıkmıştır, kısacık yolu koşar da koşar fakat eve varamaz, vardığı evi bulamaz, evin içindedir ama doğduğu evi bulamaz ve tanıyamaz annesini-babasını.

Sebebini, suçunu bilmez ama cezalıdır. Gözü varır, bugün için giymediği, duvarda asılı önlüğüne. Çocuk olduğu aklına gelir, suçu nedir bilemez…

Yarın sabah erkenden okula gidecek, babasının aldığı en güzel kıyafetini hazırlamış, pabuçları pembe ve gözüne uyku girmiyor. Sabah ezanıyla beraber uyanmış ve annesini en güzel sözlerle uyandırmaya çalışıyor, hatta hafiften gürültü yapıyor ki annesi uyansın. İstediği biraz ekmek, çay, çorba değildir; hep hayal ettiği saçının o en güzel şekil için taranıp yapılmasıdır. Bir o yana örülmüş, bir bu yana örülmüş narin saçlar. Varsa evde ya da bir kına gecesinden aldığı kınası, onu da sürer o minicik ellerine. Biri, ikiyi geçmiştir ve sıra üçe gelmiştir ama o, sanki ilk kez okula gidecekmiş gibi çok heyecanlı. Mavi önlüğü var hatta annesinin ördüğü hırkası var üşümesin diye ama o giymek ister babasının ona aldığı allı pullu o güzel elbiseyi ve öğretmenine göstermek ister o alımı, çalımı, o kınalı ellerini, pembe pabucunu. Sevgiden canlanmış olan defteri, kalemi koyar o kendisi gibi minnacık çantasına ve anlatır onlara heyecanını, okulda ilk neler yapacağını. Tek tek öper de koyar çantasına ve çantasına sarılır, hisseder o sıcaklığı, o mutluluğu, o umudu.  Koyulur yola, minicik ayakları ile hızlıca yürür okuluna fakat bir turlu varamaz okula, köyün içinde, evinin az ötesinde olan okula varamaz yol uzar da uzar.

Aklından çıkmamıştır, heyecana yenik düşmemiştir, yolda bulduğu yaz aylarının son yeşil kalan çiçeğini ve çiçekten defalarca özür dileyerek koparıp en az onun kadar güzel öğretmenine götürür. O ilk görüş, defalarca görmüşse de her görüş o ilk görüş, öğretmeninin kokusunu alır ve koşar kollarına, sarılır da sarılır yılların hasreti gibi sevgiye, güvene, öğretmenine. Aynı köydendir ve defalarca görmüştür tatilde o arkadaşlarını ama uzunca günlerdir görmemiş gibi varır da hasret giderir de giderir. En ön sırada oturmuştur yanakları kıpkırmızı ve çok heyecanlı, çıkarır, koyar masaya en güzel kalemini, defterini.  İlk gün çabuk biter ve hasretin verdiği açlık bitmez. Öğretmenine doymaz, arkadaşlarına doymaz, daha anlatacakları vardır, yaşadıkları vardır ama gün yetmez. Ders biter koyulur yola bu sefer de yol bitmez annesine, babasına ilk gününü anlatmak ister ve heyecanlıdır, bakar pabucuna, elbisesine, kınalı ellerine.

Eve varamaz, vardığı evi bulamaz, evin içindedir ama doğduğu evi bulamaz ve tanıyamaz annesini-babasını. Sebebini, suçunu bilmez ama cezalıdır. Gözü varır, bugün için giymediği, duvarda asılı önlüğüne. Çocuk olduğu aklına gelir suçu nedir bilemez. Bir yanlış vardır, biliyor, anlıyor ve hissediyor ama ağzı açılmıyor, kelimeleri bulamıyor, anlatamıyor. Oysa annesine anlatacakları vardı, öğretmeninden aldığı haberleri, öğretmenindeki değişiklikleri annesine anlatacaktı. Anlatamıyor, dinleyeni yok, sıcak bakan, onu saran, onu seven yok. Ben çocuğum diyemiyor, el ayak çekilmiş doğrular, yanlışlar ve son umut bağırışlar ama duyan yok. Bir el tutmuş saçlarını ve bırakmıyor, ne olacak bilemiyor. Hayır, olamaz diyemiyor, tanıdığı bildiği ama anlamına varamadığı bir şeyler oluyor. Minicik bedenine dağlar yüklenmiş, o küçücük omuzlarına kayalar bağlanmış, o bir avuç kalbine iğneler batırılmış. İçinde öğretmeninin yarım kalmış sevgisi, hasreti ve arkadaşlarıyla yarım kalmış sarılması, koşması, gülmesi ile son kez ‘’annemi istiyorum’’, ‘’babaaa, babaaa’’ diye bağırıyor.