Uzun süredir, Van’ı, büyükşehiri, bölgeyi, Kürdistan’ı konuşup duruyoruz. Sadece ismen konuştuğumuz bu mevzularda hiçbir zaman olayın yönetim boyutunu düşünmüyoruz.
“Yönetirim ama nasıl yöneteceğime daha sonra kararımı veririm” mantığıyla bakıyoruz olaya hep.
Gerçek şu ki, biz Kürtler yönetim konusunda iyi değiliz.
Bu yaklaşan yerel seçimler öncesi bizim büyükşehir ve diğer ilçe adayları için de geçerli değil mi?
AK Parti’nin Van Büyükşehir Belediyesi için olası bir Bakan aday gösterebileceğinin, BDP’nin ise seçim sonrası özerkliği ilan edip bölgede idareyi ele alabileceğinin konuşulduğu şu günlerde tam da ‘yönetim’ ile alakalı bir mevzuyu paylaşmak istiyorum.
Altan Tan’ın ‘Kürt Sorunu’ kitabını okuyanlar bilir. Altan Tan’ın Kürtlerin Ortadoğu’daki mücadelesini anlattığı kitabında bir yer var ki biz Kürtlerin şu sıralar yaşadığı halini pek de iyi yansıtıyor. Tan, Osmanlı Kürt ilişkilerini anlattığı bir bölümde yaşanan olayı hatırladığım şekliyle şöyle ifade ediyor:
Sünni Osmanlılarla Alevi Safavilerin arasındaki siyasi gerginliğin giderek artması üzerine, Safavi yönetiminden rahatsız olan Sünni Kürtler de Osmanlılarla bir olarak Safavilere karşı koyma eğilimi ortaya çıktı. Bu eğitlim güçlenerek Kürtlerle Osmanlılar arasında siyasi bir ittifaka dönüşmesinde meşhur Kürt alimi İdris-i Bitlisi’nin büyük etkisi oldu. Mevlana İdris-i Bitlisi Akkoyunlu devletinin yıkılmasının ardından Safaviler ile de anlaşamayınca çareyi aralarında Vanlı beyliklerin de bulunduğu 25 Kürt beyi ile Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim ile görüştürüp aralarında bir irtibat sağlamakta bulur.
İdris-i Bitlisi bunun üzerine Yavuz Sultan Selim’e bir mektup yazar ve bölgedeki karışıklıkları da göz önüne alarak Kürtlerin desteği ile buradaki Safavilerin, Alevilerin bölgeden çıkarılabileceğini söyler. Yavuz Sultan Selim’i oldukça memnun eden bu mektup üzerine Selim, Bitlis-i’ye, bir baş seçmesini rica eder. Hatta Bitlis-i bu 25 Kürt Beyliği öncüleri ile birlikte bir mektup yazar ve İdris-i Bitlisi aracılığı ile bu mektubu Yavuz Sultan Selim’e ulaştırır. Bölgede hakim olan Safavilerin etkinliğinden ve Kürt beldeleri diye hitap edilen bölgelerde önemli rol oynayacaklarını düşünen Kürt Beyleri mektubunda şu ifadelere yer verir:
“Zira bu bölgenin ilhakıyla, bir taraftan Irak yani Bağdat ve Basra’nın yolları, diğer taraftan Azerbaycan yolları ve diğer bir taraftan da Halep ve Şam yolları açılmış olacaktır. Allah’ın yardımı pek yakındır.”
Kürt Beylerinin bu mektubu Yavuz Sultan Selim’i epey bir memnun eder ki Kürdistan beylerinin kendi aralarında beylerbeyi görevini üstlenebilecek ve onun komutası altında savaşabilecekleri birini seçmesini ister.
Fakat tıpkı daha önceki yazımda Kurtuluş savaşında Van halkının takındığı tavır burada da vukuu bulur. Kürt beyleri uzun süren görüşmelerde Sultan Selim’in bu teklifini reddeder ve gerekçe olarak ise Kürt Beylerinin aralarında bir lider seçemeyeceklerini böyle bir durumda aralarında büyük anlaşmazlıklar çıkacağını belirtir.
Yani bizim Kürt Beyleri “Tû nikari ez, ez nikarim tû” diye diye birbirlerine dalaşacaklarını bildiği için bunun mümkün olmayacağını anlar.
Zira durum şu an aşiretlerin ve baskın ailelerin yönetime talip olması ve diğer aşiretlerin ve ailelerin bu durumu kabul etmeyip mutlak yönetimi kendilerinde görmek istemeleri gibi tıpkı…
Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim, İdris-i Bitlisi aracılığı ile tekliflerini kabul edip Bıyıklı Mehmed Paşa’yı Diyarbekir beylerbeyi olarak atar. Mehmed Paşa’nın liderliğinde Van’ın kuzeydoğusundaki Çaldıran Ovası’nda yapılan savaşta Kürt beylerinin büyük desteğiyle Safavi ordusu yenilir ve Osmanlı Tebriz’e kadar olan bölgeyi ele geçirir. Böylelikle Kürdistan’ın ve Azerbaycan’ın büyük bölümü Kürtlerin yardımıyla Osmanlı’nın yönetimine geçer.
İşte bugün Yavuz Sultan Selim’in adının İstanbul’daki üçüncü köprüye verilmesinin tartışılmasının altında yatan sebeplerden biri de bu olayların ardından gerçekleşen Safavi yanlısı Aleviler ile savaşından kaynaklanır. Zira Yavuz Sultan Selim’in bu savaşta 40 bin Alevi’yi öldürdüğü söylenir. İşte bugün Yavuz Sultan Selim adının kabul edilmeyişinin de sebebi budur işte.
***
Gelelim konumuza.
Aslında o günün şartlarında başta Van bölgesindeki Kürt beylerinin, sonraki süreçte gerek dünya savaşlarında gerekse de Kurtuluş Savaşı’nda Kürtlerin duruşu ve izlediği yöntem hep aynı olmuştur.
Kürtler her zaman kendilerinden ziyade birilerinin inisiyatif alıp onları yönetmeleri ile başarıya ulaşmışlardır. Yani yönetim konusunda hep eksik hep başarısız olmuşuzdur. Konuyu getireceğim son nokta ise Van’ın yine Vanlılar tarafından yönetilemeyişi.
Olayı biraz daha minimize ederek devam edelim:
BDP’ye bakıyoruz mesela. Ağrılı bir Şemsîkan (ben Şemsîkî aşireti mensubu olduğunu biliyorum şahsen, yanılmış ya da yanlış duymuş olabilirim) olan Bekir Kaya’nın Van’da bu derece başarılı olmasının altında ne yatıyor sizce?
Ya da Bekir Kaya, Ağrılı bir Şemsîkan değil de Özalpli biri olsaydı sizce bu kadar birleştirici ve her kesim tarafından sevilen bir başkan olarak anılabilecek miydi bugün?
Bence hayır…
Çünkü biz yönetilmeyi sevdiğimiz gibi kendi kendimizi yönetmeme konusunda da bir o kadar başarısız bir halk olduk hep. Bunu Osmanlı zamanında Kürtler olarak yaparken bugün ise Kürtler olarak memleketler bazında yapıyoruz.
Hatta bunu yazarken şunu da düşünmüyor değilim.
AK Parti’nin yıllardır sıyrılamadığı aşiretçilik olgusundan çoktan sıyrılmış olan BDP, acaba bizim toplumumuzdaki sosyolojik yapıyı çoktan analiz etti de mi yıllardır hep Van halkının karşısına Vanlı olmayan isimlerle çıkıyor?
Son seçimde de stratejik kararlar vererek milletvekili seçimden 4 vekil çıkaran BDP’nin böyle yerinde bir karar verebileceğine inanıyorum şahsen.
***
Rotayı AK Parti’ye çeviriyoruz. Memleketçilik yapmaya gerek yok ama daha önce AK Parti İl Teşkilatı’nın Vanlılar tarafından yönetildiği zamanı hatırlayanlar bilir. Ebubekir Gülaçarlar, Mustafa Biliciler, Vesim Yaviçler nasıl da aileleri üzerinden yıpratıldı hatırlıyor musunuz? Ama bugün Tatvanlı bir isim olan Abdullah Aras, yönetimi gayet bütünleştirici bir şekilde yönetiyor ve Vanlı isimler etrafında tam teşekküllü olarak görevini layıkıyla yerine getiriyor. Keyiflerine diyecek yok!
Şimdilerde ise yatıp kalkıp AK Parti için Büyükşehir için “Bakan mı gelir, vekil mi gelir?” diye sorup duruyoruz.
Çok gariptir ki bunu Van halkından çok AK Partililer merak ediyor en çok da. İşte bu yüzdendir ki adaylık süreci başladığı günden beri hala cesaret edip ‘Varım’ diyen yok. Hala birilerinin gelip bizi yönetmesini bekliyoruz.
“Bir bakan gelir bizi yönetir” diyoruz hepimiz de. Biz Vanlılara itibar edemiyoruz onlar ise bizi yönetmeye cesaret edemiyor. Böyle bir kısır döngü içinde birilerinin dışarıdan gelip bizi yönetmesini, bin bir numara çevirmesine rağmen gıkımızı bile çıkarmadan bizi yiyip bitirmesini bekliyoruz.
***
Geçtiğimiz günlerde katıldığım Ak Parti’nin bayramlaşma töreninde de bunu gördüm. Tek resmi aday olan Mahmut Tüncel ve milletvekili sıfatıyla orda bulunmasına rağmen adaylığı konuşulan Fatih Çiftci, eski vekil ve büyükşehirin iddialı adayı olarak anılan Kayhan Türkmenoğlu ve benim aday olmasını beklediğim ve iddia ettiğim mevcut başkan Abdullah Aras dışındaki tüm katılımcılar ilçelere aday olan isimlerdi. Büyükşehire niyet edip de orada bulunan kimsecikler yoktu. Oraya gelenlerin büyük bölümü ile konuştuk, değerlendirme yaptık. Herkesin aklında aynı soru var: “Ya Hüseyin Çelik aday olursa?”
İşte bu yüzdendir ki Çelik’ten bile daha çok oy alma potansiyeli olan bu insanlar ne bir adım öne çıkmaya ne de bir adım öne çıkmayı aklından geçirmeye cesaret edebiliyor. İstemeye istemeye ‘birisinin’ gelip Van’ı yönetmesini bekliyor.
Eee belli mi olur? Bir Vanlı çıkıp da Büyükşehir’i yönetirse diğer aşiretler ne der sonra?
İşte bu yüzden diyorum ki Hüseyin Çelik ya Van’a gelsin, “Van’a geliyorum” desin, gelmeyecekse de ‘Yok’ desin bu iş bitsin!
***
Ha eğer gelmeyecekse de iyisi mi Yavuz’a (Erdoğan’a) haber salalım da bize bir Paşa göndersin. Zira biz Kürtler kendimizi idare edebilecek kadar büyümedik daha!
İşte asıl bunun adıdır Kürt Sorunu!