Nasreddin Hoca’ya sormuş birisi: “Kimsin sen?”
“Hiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.”
Dudak bükülüp önemsenmediğini görünce, bu defa Hoca sormuş: “Sen kimsin?”
“Mutasarrıf”ım demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasreddin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam…
“Daha sonra?..” diye üstelemiş Hoca.
“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki ondan sonra?”
Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp “Hiiiç.” Demiş.
Hoca:“Daha niye kabarıyorsun be adam!”, demiş Hoca… “Ben şimdiden, senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım.”
*****
Bu hikâye ve bu hikâyenin farklı anlatımlarını daha önce duymuş olabilirsiniz. Ancak bu anlatımların hiçbirinde değişmeyen nokta “HİÇLİK MAKAMI” dır.
Bu hikâyeyi de tıpkı diğer ibretlik hikâyeler gibi okuyor, kendimizden başka herkes için derin manalar çıkarıyoruz. Doğrusu hoşumuza da gidiyor, farklı yerlerde anlatmak için ezberlemeye, kavramaya çalışıyoruz. Fakat yine de sadece hoş bir esinti bırakıp geçiyor.
Çoğu zaman gülümsemekle yetindiğimiz Nasreddin Hoca fıkralarının önemli bir kısmı aslında ciddi birer ders niteliğindedir. Bu sebeple yukarıdaki fıkraya bu açıdan bakmakta fayda var. Ben de bu fıkradan kendi hesabıma yıllar önce bir kısım dersler çıkarmaya çalıştım. Bu olay sıcaklığını hiçbir zaman yitirmediği için bu yazıyı yazma gereği duydum.
Tanıyanlar bilir, ben yazılarımı öncelikle kendim için yazarım. Zira insanın en evvel kendisi nasihate muhtaçtır. Genel olarak yazılarımı yaşadığım ve tecrübe ettiğim konulardan seçerim. Edindiğim tecrübeleri de dost ve arkadaşlarımın istifade etmesi için kaleme alırım. Bazılarının zannettiğinin aksine, bu yazıları hiçbir telif ücreti beklemeden -sırf Allah rızası için- yazıyor olmamın gerekçesi de budur. Dolayısıyla bu yazıyı okuyan herkesin de kendisine bir pay çıkarmasını diliyorum.
“HİÇLİK MAKAMI” nı –yönetim özelinde- iki anlamda kullanabiliriz:
Birincisi; makam, konum ve yetki sahibi iken “HİÇ” olabilmek, bulunduğumuz makamları saltanat mevkii olarak düşünmeyip, bir hizmet fırsatı ve hadimlik vazifesi olarak görebilmektir. Bu seviye, mükellef bir sofranın veyahut bir açık büfenin yanından geçerken payınıza düşen mütevazı bir tabakla yetinebilmek gibi çetin bir irade ve tam bir ruh doygunluğu gerektirir.
İkincisi ise yetki ve makam sona erdikten sonra, bir etkisiz eleman hükmünde “HİÇ OLMAK” tır.
İlki, iradi nitelikte olup ciddi gayret ister ve zor bir sınavdır. İkincisi ise iradeniz dışında kaçınılmaz olarak gerçekleşen ve gerçekten HİÇ olduğunuz bir makamdır.
Belirli bir makama yükselmek için çıktığımız basamakların tepesine odaklanmak, attığımız adımların sağlamlığına dikkat etmekten bizleri alıkoymamalıdır. Bir gün bir “HİÇ” olacağımızın muhakkak olduğu bu yolda, durduğumuz her bir basamak için hiç’lik bilincinde olmamız icap eder.
Ziya Paşa meşhur bir beyitinde şöyle der:
“Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim,
Gaflet ile görmez kuyuyu reh-güzerinde”
(Anlamı: Nice acemi müneccim vardır ki, gökteki yıldızları aramaya dalmışken
Yolları üstündeki kuyuyu görmezler.)
Etrafımıza baktığımızda hiçlik makamlarının her ikisini de görüyoruz. Ancak yetkisiz ve etkisiz olan kaçınılmaz hiçlik makamı oldukça belirginken, iradi hiçlik makamına –pek de cazip gelmediğinden olsa gerek- daha az rastlıyoruz. Kendim için duam, herkes içinse tavsiyem yetkili ve etkili iken HİÇ olabilmeye çalışmaktır. Zaten istesek de istemesek de ETKİSİZ HİÇLİK makamına zaten geleceğiz.