‘’Siz bir köpek gönderin; ben kedi sesi çıkarırım. Bu şekilde olursa beni daha rahat bulursunuz.’’ Diye yardım isteyen çocuğun sesini, ‘’Kızım 15 yaşındaydı, okul birincisiydi, yardım isterken parmağı havada kalmış, donmuş. 4 çocuğumdan 1 tanesi kaldı, neredeydiniz, niye erken gelmediniz?’’ Diye feryat eden kadının gözyaşlarını, ‘’Cebimde bisküvi var, onları çocuklarım için almıştım, birlikte yiyecektik. Enkazın altında üç çocuğum ve eşim var.’’ Feryadını tüm ülkeye duyuran Şerif Amcanın çaresizliğini, ‘’ Enkazın altındakiler üşürken ben battaniyeyi ne yapayım. Ben öğretmenim, devletime otuz yıl hizmet ettim ama …’’ Diye haykıran öğretmenin çaresizliğini, ‘’Saatlerce cansız bir şekilde enkazın altında kalan kızının dışarıda kalan elini tutan ve çaresizce etrafa bakan babanın çaresizliğini,’’ ‘’Ellerim çok üşüyor baba, lütfen baba ellerim bembeyaz olmuş, anneanneme gitmek istiyorum baba.’’ Diye haykıran Yağmur’un haykırışını,
Daha neler yazabileceğimi ve neler yazmam gerektiğini sizlerin vicdanına bırakıyorum. Eminim hepiniz duymuşsunuzdur, görmüşsünüzdür ve hissetmişsinizdir bu feryatları. Olana, bitene artık çare yoktur ama yüzleşeceğiz, zordur ama yüzleşeceğiz. Bu acılı insanların eleştirilerini dinleyeceğiz, onların hakkı var, isyan edecekler biz bunları kabul edeceğiz ve olanca kuvvetimizle onları saracağız, yanlarında olacağız. Yüzümüze haykıracaklar, neredesiniz-nerdeydiniz? Diyerek bize sitem edecekler. Bu haykırışları, sitemleri kabul edeceğiz ve bir eleştiri olarak kabul edip onlara aynı sertlikle cevap verip tehdit etme hakkımız yoktur. Hepimiz insanız ve etkileniyoruz ama bu bir çıkarım değildir çünkü mecburuz etkilenmeye mecburuz bununla yüzleşmeye, çünkü bunlar bizim ortaya çıkardığımız gerçeklerimizdir.
Enkazda canlı çıkan insanlarda suçluluk psikolojisi var, yanında vefat eden çocuğundan, babasından, annesinden, kardeşlerinden, o anda yanında bulunan yakınlarından ayrı bir şekilde kurtulduğu-kurtarıldığı için suçluluk hissediyor. Kendilerinin o anda onların yanında olması gerektiği ve gerekirse onlardan sonra kurtarılması gerektiğini düşünüp kendini suçlu görüyorlar, belki çok uygun olmayan bir suçluluk ama o anda onu hissediyor. Peki, bizim bir suçumuz yok mu? Bunu herhangi bir şeye bağlayıp kendi hayatımıza devam mı edeceğiz? Oldu artık, yapacak bir şey yok, biraz vakit geçsin her şey yoluna girer mi diyeceğiz? Hayır, asla depremi oldu bittiye getirip hayatımıza devam edemeyiz. Orada dökülen her damla gözyaşında bizim de dolaylı-doğrudan etkisi olmuştur. Sırf para kazanma hırsı ile ve daha çok kazanma vizyonu ile yaptığı işte kötü malzeme kullanan, malzemeden çalan ve etrafımızda bununla övünen kişiler suçludur. Ülkemizde tüm Avrupa’nın 12 katı müteahhit bulunmaktadır; ülkemizde her önüne geleni müteahhit olarak gören ve onlara bu yetkiyi verenler suçludur. Olması gerekenden çok daha farklı bir planla ve uygun olmayan malzemelerle binaları diken müteahhit suçludur. O müteahhitte olur veren, kontrol etmeyen ya da maddi çıkar için olması gereken raporun tam tersi bir şekilde raporlandırıp kabul veren denetleyiciler sorumludur. Eğitim verdiğimiz her insana, alanı ne olursa olsun öncelikli olarak ahlaklı-vicdanlı olmayı öğretemeyen ve bunu almayan her kişi sorumludur. Eğitimin büyük bir çoğunluğunu teorik olarak verip uygulamalı eğitimi vakit kaybı olarak gören her öğretici-eğitici bunlardan sorumludur.
İnsanlar canı ile savaşırken, bununla dalga geçen ve bunu büyük bir marifetmiş gibi sosyal medyada paylaşan kişiler bundan sorumludur. İşi ehline vermeyip ideolojik akılla ve fanatizm kokan beyinle, işten uzaktan yakından alakası olmayan kişileri kurumlara atayanlar bundan sorumludur. Olandan haya etmeyip olanı fırsat bilip yağmacılığı kendine yol edinen ve buna fırsat sağlayanlar sorumludur. Akli melikelerini bir yana bırakıp bilimden uzak ve dinde yeri olmayan kalıplarla olanları adeta basitleştirmeye çalışanlar sorumludur. Eğitim-öğretimi basitleştiren ve ilk vazgeçilen olarak görüp uygulamalı bilimleri gerekenden daha verimli geçirmesinin önüne geçenler sorumludur.