Bir ilkokulda öğretmen olarak görev yapıyorsanız, formal ve daha çok informal şekilde büyülü bir dünyanın objesi olarak rehber konumundasınız. Karşınızda dünyasını sizin öyle iki adım ötede, ev-okul, ev-çarşı, okul-şehir ikilemleri dışında gören ve uçsuz bir hayal alemine sahip çocuklar vardır. Literatürde anlamı çerçevelendirilmeye çalışılan ve edebiyatta sıra dışı olanın, sıradanlaştırıldığı bir teknik olarak ortaya çıkan büyülü gerçeklik, düşsel dünyayla somut dünya arasındaki çizgileri kaldırarak hayal gücünün özgürce hareket edebileceği, yeni bir olasılıklar alanı açar. Kavram olarak uzun bir tanıma sahip olan büyülü gerçekliği daha samimi olarak bir çocuğun dünyası olarak tanımlayabiliriz. Tekniğin kelimelerle başlayan serüveni, kimi zaman tiyatro sahnelerinde sergilenmiş, kimi zamansa beyaz perdeye konuk olmuştur. “Fantastik realizm” veya “büyülü gerçekçilik” olarak da bilinen teknik, gerçekliğin doğasını sorgulamaya yönelik olmaktan ziyade olağanüstüyü somut gerçekliğe yedirir. Böylece gerçek hayattan alınan imgeler, gizemli ve büyülü bir evrenin içinde yeni bir yorum kazanır.
Peki, ya çocuklar haklıysa ve onların dünyası bizim dünyamızın sahteliklerinden daha gerçekçi ve daha adil bir dünyaysa. Peki ya olağanüstü görünen olay ya da olguların, bu öznel gerçeklikler dünyasında yeri olabilir mi? Gerçeklik algısı hepimizin gözünde, dimağında, duyularında her seferinde yeniden ve bambaşka şekiller alıyorsa mutlak bir gerçeklikten söz edilebilir mi? Test ederek veya soyut temsillerle ifade ederek emin olabildiğimiz gerçekliklerin varlığını pekâlâ kabul ediyoruz; fakat bunun ötesinde bir ihtimal daha var, o da büyülü gerçekliktir. Çocuklar hayatın gerçek sanatçılarıdır ve gerçek hayatı büyülü ve ilginç kılan, sanatın tuttuğu aynada her şeyin mümkün olabileceğini göstermeleridir. Ve bu aynanın sahipleri olan çocuklarımızla olağanüstü tüm durumlar, büyülü gerçeklik penceresinden evimize, odalarımızın içine süzülerek ansızın biricik gerçekliğimiz hâline gelebilir.
Merkeze çocukları aldım ve bir ilkokul öğretmeni olarak bir edebiyatçı, bir felsefeci, bir sosyolog bilimci aklıyla değil, çocuk aklıyla konuya değinmeyi daha gerçekçi gördüm. Ve büyülü gerçeklik kavramının çıktığı topluma baktığımızda, bize çokta yabancı olmayan ve tahminlerimizde yanılamayacağımız toplumlarda ortaya çıkmıştır. Maddi refahın zirvede olduğu toplumlardan ziyade, bir çocuğun kaval ile duygusal bağ kurduğu, çocuk için toprağın bir anne şefkatine sahip olduğu ve toplum olmanın ancak insan olmakla var olunacağını bilen toplumların bir urunudur. Evet, yanılmadık. Amerika kültürü karşısında çaresiz bırakılan ve baskı kültürünün egemen olduğu, ‘’nasıl düşüneyim?’’ Den ziyade, ‘’o istiyor öyle düşünmemiz lazım’’ ın var olduğu mecburi felsefenin olduğu Latin Amerika’da ortaya çıkmıştır. Gabriel Garcia Marquez’in öncüsü olduğu, modernitenin getirdiği ağır yükten, pozitif bilimlerden kaçışla Romantizm nasıl kendini belli ettiyse, Soğuk Savaş’ın dinamiklerinden etkilenen Latin Amerika’da ortaya çıkan Büyülü Gerçekçilik Akımı da kendini keskin ve sert bir üslupla belli eder. Artık gözden düşmüş Romantizm’in düş ile gerçek arasındaki belirsiz çizgisi Büyülü Gerçekçilik’te sınırları yıkar. Bir resimde, romanda ya da şiirde hikayesinden emin olamadığınız karakterler görebilirsiniz. İşte Büyülü Gerçekçilik, gerçeğin şüpheli olduğu, ne olduğu belirsiz şeyin, kendiliğinden olacakmış gibi karşımıza çıkmasıdır.
Ninemizin dizlerine kafamızı koyup hadi nine bize bir çironk anlat demişizdir. Belki ütopiktir ve aklın ötesinde saçmalıklarla doludur ama orası bizim büyülü ve çocuk aklımızın gerçek dünyasıydı, tıpkı şimdiki toprak egemenli çocukların dünyası gibi. Ninemiz belki Büyülü Gerçeklik kavramını bilmiyordu ya da öyle bir kavramdan haberi yoktu ama biz çocuklar onunla dünyamızı daha insanca ve daha umutla gördük.
Ninemizin anlattığı sözlü geleneğin ötesinde, görsel gelenek olarak karşımıza çıkan çocukların en sevdiği yapıtlardan olan Harry Potter serisi de Büyülü Gerçeklik eksenli bir dünya sünüyor çocuklara. Hikâye başladığında İngiltere’de sıradan bir ailede, sıradan bir hayat süren Harry Potter, daha sonra “büyücü” olduğunu öğrenir ve bildiğimiz dünyanın içinde gizli kalan, büyülü bir dünya olduğunu keşfeder. Harry Potter serisinde, bu dünyayı yeni keşfeden ana karakter, doğaüstü olaylar gördüğünde bunların doğaüstü olaylar olduğunun bilincindedir. Bunlar, onun büyük şaşkınlıkla karşıladığı olaylar olarak kalır. Hikaye devam ettikçe, bu doğaüstü unsurlar hikayenin bilinçli olarak geliştirilen, merkezi bir boyutu haline gelir.
Cinler, hayaletler, perilerin yer aldığı destanlar, masallar ve efsanelerde mitsel içeriklerden oluşur. Doğal olan ile doğaüstü unsurlar harmanlanarak okuyucuyu şaşırtmayacak şekilde sunulur. Yapıtta yer alan karakterler de normal olmayan, olağanüstü olayları korku veya şaşkınlıkla karşılamak yerine her şey normalmiş gibi davranırlar. Hatta okur bir olayın, hayali mi yoksa mucize mi olduğu konusunda muallaka düşer.
“Eğer bir hayalet kahvaltı masanıza oturur ve siz de korkar, dehşete düşerseniz bu (türce) korku ya da fantastik olur. Ancak eğer, ‘Ah, bir hayalet; lütfen şu reçeli bana uzatır
mısın?’ derseniz büyülü gerçekçilik olur” (David Punter). Büyülü gerçeği bu şekilde tanımlayan ustada, çocuk aklıyla şu eklemeyi yapabilirim: ‘’Bay hayalet, benim büyükannem çok iyi reçel yapar hatta reçel yaparken sizin var olmadığınızı söyler ve sizin gerçekliğinizin reçelin acı olması kadar imkansız der.’’ Hayalet cevap verir: ‘’ Olabilir, onun hayalinde varlığımız reçelin tadı kadardır ama biz de ona acılı reçeli hiç bilmediğimizi söyleyebiliriz ve bizdeki reçeller de büyükannenin reçelleri kadar tatlıdır.’’
Çocuk zihniyle bu anlatı şekli, büyülü gerçekçi metinleri diğer metin türlerinden ayıran ayırt edici bir özelliktir. Sıradan ile olağanüstünün harmanlanması, doğaüstü olanın olağan gibi hissettirilmesi ve eserdeki karakterler tarafından doğal karşılanması büyülü gerçekçi metinlerin önemli bir niteliğidir. Ve burada bize en büyük desteği çocuklar vermektedir.
Ercüment ZÜNGÜR