Gene gökyüzü siyahlara büründü ve utandı bizden insan hariç canlı cansız tüm yaratılanlar. Çocuklar bir daha sokaklarda başladı koşmaya ama ne saklanan arkadaşına yakalanmama ne de top kapma için bir koşma değildi bu. Havadan gelen bombadan, kurşundan korunmak için ayaklara olan güvendendi bu koşma. 70 yıldır olduğu gibi gene İsrail devleti tarafından binlerce çocuk bir tas suya hasret bırakılıp yağmur yerine başlarına Firavundan kalan kalp ile taşlar yağdırıp küçücük bedenlerini gökyüzüne parça parça teslim ettiler. Ne gece belli ne de gündüz, geceden bomba ateşinden yansıyan ışık ve olmayan elektrik, gündüzden kalan dumanlar ve havaya karışmış bombaların yıktığı evlerden çıkan tozlar. İlk ağıtı yakan şu anda 70 yaşında ve değişen tek şey aynı çocuğunun defalarca öldürülmediğidir. Ölenlerin çoğunluğunu gene savunmasız olan çocuklar, kadınlar ve yaşlılar oluşturmuştur. Ölenler ve zaman farklı ama bölge aynı, yaş aynı, hikayeler aynı, başlıklar aynı, kınamalar aynı, timsahın gözyaşları aynı…
İsrail’in bu yaptığını tek bir döneme indirgeyip yorumlamak sadece havanda suyu dövmeye benzeyecektir. Belli bir tarihten sonra katliamları adeta bir dini-milli bayram gibi her sene tekrar eden İsrail Devleti bu sene de kendi ürettiği ve kullandığı maşalar ile katliamını bir adım daha ileriye götürmüştür. Daha önceden yaptığı katliamlar olan Deyr Yasin Katliamı ( 09 Nisan 1948), Safsaf köyü Katliamı (29 Ekim 1948), Davayima köyü Katliamı (29 Ekim 1948), Kibya Köyü Katliamı (12 Ekim 1953), Hazreti İbrahim Camii Katliamı( 25 Şubat 1994) ve 2000’lerden sonra yaptığı katliamlar. Sonuç hep aynı, biraz daha genişleyen İsrail ve biraz daha fazla katledilen çocuklar. Ve daha da devam edecektir çünkü yapılan onca katliamdan artık tecrübe kazanmışlar, gelecek tepkilerin çapsızlığını ve samimiyetsizliğini çok iyi biliyorlar. Herkes kendine olumlu-olumsuz bir pay çıkartacak ve kendince bir kahramanlık devşirecek ama sonuçta ölen binlerce çocuk ve bir sure sonra unutulan bir yer olacak Filistin.
Yukarıda saydığımız tarihler belli bir dönemde olan toplu ve geniş çaplı katliamlardır ama bunun yanında İsrail’in neredeyse her güne sıkıştırdığı kısa çaplı katliamları da olmuştur-olmaya devam etmektedir. İsrail`in Gazze`de çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek, sivil, üniformalı demeden yaptığı katliam, yeni bir durum değildir. Filistin halkının yaşadığı trajedi 70 yıldan beri sürmektedir. Bir Filistin devletinin mevcudiyeti, Filistin`in bağımsızlığını tam olarak elde ettiği anlamına gelmemektedir. Her sabaha yeni ölümlerle uyanan, hastaneleri bombalanan, okulları yakılan ve katledilen Filistin halk, bütün "demokratik" devletlerin çoğunluğunun bu trajediye sırtını döndüğü bir zamanda dirençle var olma savaşı veriyor.
Biz burada ne kadar yazmaya çalışsak ta orada olanların yaşadıkları kadar bir hisse sahip olamayız. Filistin’deki katliamları en iyi şekilde ancak orada bulunanların gözünden anlayabiliriz. Gazeteci Robert Fisk, olay yerinde gördüğü manzarayı, The Independent gazetesinde yazdığı bir makalede şöyle aktarmıştı:
“18 Eylül 1982'de Sabra ve Şatilla kampında bulunanlar için Şaron, ardında şişmiş cesetler, tecavüz edilmiş, işkenceye uğramış ve sonra da katledilmiş kadınlar ve bebekler bırakan bir kasaptır. Olaydan 18 yıl sonra bugün bu caddelerde dolaşırken katliam manzaraları hala gözlerimin önünden gitmiş değil. Biraz ötede Sabra Camisi'ne giden yolda 90 yaşında, beyaz
sakallı ve pijamalarıyla Nuri Bey'i görüyorum. Ölü bedeninin yanı başında yün başlığı ve bastonu duruyor. İlerideki dar sokakta yemek tencerelerinin yanında yatan iki kadın cesedi var… Cesedin birkaç metre ötesinde çürüdüğü için bedenleri morarmış, bir çöp gibi oraya fırlatılmış bebekler...”
Her fırsatta "Filistin'de tanık olduğu olaylardan çok etkilendiğini" dile getiren Corrie'nin, öldürülmeden bir süre önce ailesine gönderdiği mektuplardan birinde şu ifadeler yer alıyordu:
"Herhangi bir akademik bir çalışma, okuma, konferans, bölge hakkında izlediğim belgesel, hikaye veya duyduğum olay, bana buradaki durumu anlatamamıştı. Buradaki durumu kendi gözlerinle görmediysen hayal etmen mümkün değil. Sonra uzun süre yaşadığın tecrübelerin, gerçeği yansıtıp yansıtmadığını düşünürsün"