Daniel Defoe tarafından 1665 yılında Londra'da ortaya çıkan veba salgını ile ilgili olarak yazılan ve benim de okunmasını tavsiye ettiğim "Veba Yılı Günlüğü" adlı kitap, bugün yaşadığımız pandemi krizi ile enteresan benzerlikler taşıyan önemli anlatımlar içermektedir. Eserdeki anlatıma göre veba hastalığı da tıpkı Corona gibi ani bir şekilde ortaya çıkmıştır. Hiç kimsenin elinden bir şey gelmediği o süreçte insanlar patır patır dökülmeye başlamış ve ortalığı bir yas havası bürümüştür. Aşağıda kitaptan bir alıntı yapıyorum:
“Ağabeyim, bana Asya’da gezip gördüğü ve başka yerlerdeki Türklerin ve Müslümanların hatalı davranışlarının vahim sonuçlarını anlatmaya başladı. Onların; insanın yazgısıyla ilgili önyargılı düşüncelerini, her insanın yazgısının önceden yazıldığına ve değişmeyeceğine inandıklarını, bu nedenle umursamadan hastalıklı yerlere girip hastalıklı insanlarla konuştuklarını söyledi. Bu yüzden de her hafta on binlercesinin öldüğünü buna karşılık Avrupalıların ve hıristiyan tüccarların genellikle tenha bir köşeye çekilip gizlenerek hastalıktan kendilerini kurtardıklarını anlattı.”
Kitabın sonunda şu ifade yer alıyor:
“Felaketin ortasında Londra kenti cidden feci bir durumdayken, şükürler olsun ki Tanrı bu korkunç düşmanın silahlarını bizzat alıp iğnesindeki zehiri akıttı. Bu olağanüstü bir şeydi, hekimler bile şaşırıp kaldılar. Ziyarete gittiklerinde hastalarını daha iyi durumda buluyorlardı. Böylece birkaç gün içinde herkes iyileşmeye başladı. Rahiplerin her an ölebilir diye başucunda dua ettiği hasta ailelerin tamamı iyileşip ayaklandı ve hiçbirine bir şey olmadı. Ne yeni bir ilaç, ne yeni bir tedavi yöntemi bulunmuş; ne de hekim ve cerrahların ameliyatlardan edindiği herhangi bir tecrübe işe yaramıştı. Bu felaketin bize bir ceza olarak göndermiş olan Tanrı'nın gizli eli tarafından yapıldığı aşikârdı. Ateistler ne derse desin, söylediklerim heyecanla edilmiş laflar değil, bu o günlerde herkes tarafından kabul edilmişti.”
Elbette kadere inanıyoruz. Ancak önce tedbir alıp daha sonrasına “kader” diyeceğiz. Bununla birlikte bir yazımızda belirttiğimiz gibi: “Kulun tedbiri takdirin sınırına kadardır.” Takdir edilip edilmediğini bilmediğimize göre...
Malum, küresel bir pandemi krizi ile karşı karşıyayız. Corona virüsü tüm dünyayı kasıp kavurdu ve kavurmaya da devam ediyor. Yapılan hesaplamalara göre Dünyadaki toplam Corona virüsün ağırlığı bir ila beş gram arasındadır. Koskoca Dünyaya bu beş gram virüs diz çöktürdü.
2014 yılında bombardımanda ağır yaralanan üç yaşındaki Suriyeli çocuğun, “Gidince sizi Allah’a şikayet edeceğim” sözü beni çok etkilemişti. Daha üç yaşındaki bir çocuk...Çocuğun dili henüz yeni açılmış olmalıydı. Belki de ilk öğrendiği sözcüklerden kısa bir cümle oluşturmuştu. Bütün dünya sessiz kalmıştı. Ancak sessiz kalmayan bir Allah vardı. Doğru veya yanlış, ben bu afette o çocuğun bedduasının katkısı olduğunu düşünüyorum.
Yazıyı yazarken ulusal aşı programına baktım (2008). Çocuğumuza doğumundan itibaren 9. sınıfa geçene kadar altı aşıyı onbeş doz şeklinde yaptırıyoruz da bu aşıdan neden korkuyoruz? Bir söylentiye göre kısır yapıyor (Yani kısırlaştırma bilinçli bir şekilde yapılmıştı). Bunun doğru olmadığını iddia edecek donanımda değilim. Ancak şöyle düşünüyorum da eğer öyle bir düşünce olsaydı bu onbeş aşının birine bu etken madde katılmaz mıydı?
1990’larda idi sanıyorum. O zaman çocuklara bir aşı kampanyası başlamıştı. Sanırım yeni bir aşı bulunmuştu. O zaman da böyle söylentiler çıktı. Hatırladığım kadarıyla protestolar da yapıldı. Aynı gerekçe ile: Müslümanların kısırlaştırılması!
İlerleyen yaş ile beraber ortaya çıkan hastalıklar nedeniyle günde altı ilacı sekiz kere kullanıyorum. Şöyle düşündüm. Bu ilaçların hepsi yabancı menşeli. Her ne kadar ülkemizde üretiliyor olsa da; formülü, hammaddesi patent sahibi ülkeden geliyor. Herhangi bir ilaca olumsuz bir katkı maddesi konulursa kısırlaştırılmamız için daha etkili olmaz mı?
Diğer bir söylenti ise aşı henüz onay almadığından kobay olarak kullanıldığımız iddiası…(Ancak çok yakınlarda aşı onay da aldı)
Ben ve ailem şöyle düşündük; soluduğumuz havada gezen bir virüsten korunmak çok zor. Bu virüs o kadar küçük ki her yerden sızabiliyor. Dolayısıyla insan içinde geziyorsanız bulaşma olasılığı yüksek. Maskelerin koruyuculuğu da bir dereceye kadar. Çevremizde ölümler maalesef sıradanlaştı. Facebook gibi sosyal medya platformları adeta taziye ilanına döndü. Hesabımıza her baktığımızda bir tanıdığımızın vefat haberi ile karşılaşıyoruz.
Bir arkadaşımız aşı için şöyle demişti: Aşı yapıp yapmamak arasında çok kararsız kaldım. Ancak şöyle düşündüm; Corona’ya yakalananlar iyleşseler bile hastalık çok yan etki bırakıyor. Corona ile aşının yan etkisini kıyasladığımda aşının muhtemel yan etkisi daha az görünüyor.
Yıllardır grip aşısı yaptırıyorum. Yaptırmayı unuttuğum bazı yıllarda (her zaman olmasa da) gribi çok ağır geçirdiğimden seneye aşı zamanını kaçırmayacağıma dair kendi kendime söz veriyordum. Benim her işin uzmanı olma imkanım olmadığına göre kendi uzmanlık alanlarımın dışındaki alanları işi bilenlerden dinliyorum ve onları takip ediyorum. Profesörlerin çoğunluğu aşıya olumlu bakıyor. Farklı düşünen doktorlar azınlıkta. Ben çoğunluğu seçtim.
Ailece çoğunluğa uyup devletimizin binbir fedakarlıkla getirttiği aşıları ailece yaptırdık. Bugün özel hak verildiği için 4. Biontech aşısını (ilk iki Sinovac) yaptım. Ve seçimlik hak verilen 15 yaşındaki kızımın da ilk aşısını yaptırdık. Aşı yaptırdıktan sonra ameliyatlı olduğum iki ayağımda ağrı oldu. Neden olduğunu anlamadım. Öyle ki aksayarak yürümek durumunda kaldım. Daha sonra kızım aşının yan etkisi olabileceğini hatırlattı. Doğru bir tespitti. Ağrılar birden başlıyor ve bıçak gibi kesiliyordu. Çok şükür bugün itibariyle ağrılardan eser kalmadı.
Tedbir bizden; takdir Allah’tan...