Aramızda Kadri Abimle çok fazla yaş farkı yoktu. O, üvey ablamın büyük çocuğuydu; dolayısıyla benim yeğenimdi.
Henüz çocuk yaşta annesini kaybetmiş, dedesi tarafından büyütülmüştü. Annem ise, üvey torunu olmasına rağmen ona öz evlatlarından daha fazla ilgi gösterir, üzerine titrerdi. Kadri Abim benden dört yaş büyüktü. Çocuklukta bu dört yaş farkı büyük bir mesafe gibi görünürdü. O da bu farkın hakkını verir, yalnızca kendini yetiştirmekle kalmaz, bizim de gelişimimiz için büyük çaba sarf ederdi. Maalesef, dört yıl önce onu akciğer kanserinden kaybettik.
Yükseköğrenim görmemişti -sonra açık öğretimle yükseköğrenimini tamamladı- ancak kendi kendini öyle bir geliştirmişti ki, profesörlere taş çıkartırdı. Onunla konuşan biri, kariyerini bilmeden, onu akademisyen zannederdi. Dini konularda da derin bilgiye sahipti ve din adamları bile onunla tartışmaktan çekinirdi. Bir gün dost meclisinde ibadet esnasında niyet konusu açıldığında, bir kesim niyetin sesli yapılmasının şart olduğunu savunuyordu. Kadri Abi bu duruma şöyle bir örnek verdi: "Sofraya oturdunuz ve önünüze bir tabak bulgur pilavı geldi. 'Niyet ettim bulgur pilavını yemeye' diye söyler misiniz? Dolayısıyla niyetin yeri kalptir. Sesli veya içinden geçirerek niyet etmekte bir sakınca yoktur." Hem dini ilimlerde hem de sosyal ve beşeri ilimlerde kendini böylesine iyi yetiştirmişti.
Kadri Abim, Sade Yaşam Derneği'ni kurmuş ve başkanlığını yapmıştı. Geçenlerde sosyal medyada gezinirken, onun yazdığı bir metne rastladım. Bu yazıyı okurken çok duygulandım; ölümü bile bize ders vermeye engel olmamıştı. Arapça’da şöyle bir söz vardır: "Üreten, arkasında bir eser veya hayırlı evlat bırakan, bedenen ölse de manen yaşamaya devam eder."
Kadri Abim bir yazısında şöyle diyordu:
"Nicedir yapmayı düşündüğüm ama bir türlü cesaret edemediğim bir şeyi yaptım geçenlerde. Sade yaşamın düşünce dünyasında hayat bulmasına katkı sağlayacağını düşündüğüm bir adım attım ve evimizi sadeleştirmeye başladım. Bu yazıyı da sizlere örnek olması için yazıyorum; belki siz de paylaşmaya cesaret edersiniz. Eşyalar aslında çok eski değildi, ama başkalarının da faydalanmasını istedim. Henüz onlarla gönül bağımı tam koparmamıştım, ancak başkalarının o bağı kurmasını istedim. 'Bu annemden hatıra', 'Şu hediye, hatırası var', 'Bir gün lazım olur', 'O bana Gülşen’i hatırlatıyor' derken atmaya kıyamadığım, yenisi alınınca çift olan eşyalar evde alan daraltıyor ve beni de daraltıyordu. Sonunda 'başkalarının daha çok işine yarar' diyerek verdim. Nasıl başardım bilmiyorum, zor oldu ama sonuçta oldu. Verdiğim eşyalar arasında neler yoktu ki! Ben bile şaştım. Nasıl birikmiş, nasıl korunmuş bunlar böyle? Aslında evde depo gibi kullanılan bir arka balkon olmamalı; insan biriktirmeye meyilli oluyor.
Bekârlıkta kullandığım şanzımanlı küçük boy çamaşır makinesi, Nordmende marka kasetçalarlı radyo, iki takım divan örtüsü, halılar, masa, sandalye, bisiklet (hatta neden yeni bisikleti verdim diye şaşırdılar, ama sonuçta çift bisikletim vardı), giyim eşyaları, mutfak eşyaları... Bir yer varmış, telefon ediyorsun, gelip eşyaları alıyorlar. İhtiyaç sahipleri o eşyalarla evlerini döşüyor ya da istek üzerine evlere götürüyorlarmış.
Hadi sıra size de gelsin. Ayıklayın, verin ve paylaşın... Sevinciniz birken iki olsun. Kalın sağlıcakla, sade günlere." (Kadri Patır)
Kadri Abim hayatı boyunca bize bilgelik dolu öğütler vermekten geri durmadı. Onun sade ve anlamlı yaşamı, yalnızca sözlerinde değil, eylemlerinde de kendini gösterirdi. Kendi kendini yetiştiren, bilgisiyle çevresine ışık saçan biriydi. Yaşamı boyunca paylaşmayı, sade yaşamayı ve geride anlamlı izler bırakmayı öğütledi. Şimdi, sade bir kabirde yatarken bile, bize gösterdiği bu yolun ne kadar doğru olduğunu hatırlatıyor. Onun anısı, sade yaşamanın güzelliğini ve bilginin insanı nasıl yücelttiğini hepimize öğretiyor.
Rabbim rahmetiyle kuşatsın, inşallah.