Bektaşinin biri fırtınalı havada bir kayığa binmiş. Açık denizde yol alırken bindikleri kayık devrildi devrilecek. Kayıktaki herkes başlamış bir evliyaya yakarmaya…
Kimi kurtulması halinde bir evliyaya koç bağışlayacağını, kimi 30 gün oruç tutacağını, kimi o evliya hatırına fakirlere sadaka vereceğini söyleyip yardım istiyormuş. Baba Erenler’in oralı olduğu yok. Yanındakiler, “Yav Erenler, ne duruyorsun, sen de dua etsene” deyince başlamış duaya:
“Bu fırtınadan kurtulursak adını bilmediğim evliya için bir koç kurban edeceğim” demiş. Kayıkçı şaşırarak:
“O ne biçim dua. Adını bildiğin hiç mi evliya yok” diye sormuş Bektaşiye.
“Var, hem de çok var” demiş ve eklemiş. “Ama hepsini daha önce birkaç kez aldattığım için yardıma gelmezler. O yüzden adını bilmediğim evliya ancak bana inanır.”
Muhtemelen benim yaptığım gibi siz de gülmüşsünüz. Ama ağlanacak halimize güldüğümüzü de fark etmemiz lazım. Bu hikaye ibret alınması gereken bir hikâyedir. Bu durum hepimizin başına gelmiştir, gelecektir de. Aşağıdaki ayet bunu güzel ifade ediyor:
“Güvenli bir ortamda Allah’ı unutan zâlimler, bir gemiye binip engin denizlere açıldıklarında, gölgeler gibi kapkaranlık dalgalar denizde onları sarıp kuşatınca, işte o anda, bütün içtenlikleriyle ve sadece Allah’a bağlanarak O’na yalvarıp yakarırlar fakat Allah onları kurtarıp karaya çıkarınca, içlerinden yalnızca birkaçı verdiği söze bağlı kalarak aşırılıktan uzak durur, ölçülü ve dengeli bir yol izler. Diğerleri ise, yeniden inkâra döner. Zaten Bizim ayetlerimizi ve yol gösterici delillerimizi, verdiği söze ihânet eden böyle nankörlerden başkası bile bile inkâr etmez! (Lokman Suresi 32. Ayet)”
İnsan yaratılış olarak günaha meyilli yaratılmış. Dolayısıyla elbette günah işleyeceğiz, yanlış yapacağız. Bunu bilen yüce Yaradan buna karşılık tövbe kapısını açmış ve açık bırakmıştır. Tövbe, sözlükte şöyle tanımlanır: İşlediği bir günahtan ya da suçtan pişmanlık duyarak bir daha yapmamaya karar verme. Tövbedeki iki unsur:
- Pişmanlık
- Bir daha yapmamaya karar vermek.
İlk adım olan pişmanlık duymak çok önemli ve tövbenin olmazsa olmazıdır. Çünkü pişmanlık duyulmayan bir davranış yanlış - günah bir eylemin yapılmadığının ifadesidir. Dolayısıyla pişmanlık duyulmayan bir eylemin ne tövbesi olur ne de kabul edilir.
İkinci adım hiç yapmamaya karar vermektir. Bu adım ilk adımdan daha farklıdır. Burada özellikle pişmanlık duyulan yanlış bir davranış var. Ardından da bir daha yapmama düşünce ve iradesi de var. Samimi tövbeyi İmam Mâtürîdî “kişinin yaptığı kötülüğe kalben pişman olması, bir daha işlememeye azmetmesi, elini günahtan çekmesi, diliyle Allah’tan bağışlanma talep etmesi, daha önce günahla zevk kazandırdığı bedenini bu zevkten uzaklaşma yolunda kullanması” şeklinde açıklanmıştır.
Ancak insanoğlu birçok kez samimi pişmanlık duyup tövbe etmekle beraber fıtratı gereği birçok kez aynı yanlışı yapar. Buradaki tövbe kapısı her zaman açıktır. Ancak bu kapıyı sürekli açıp kapamak da doğru değil. Elbette hata yapacağız. Ancak her sabah aynı hatayı yaparak güne başlayıp ve veya günü sürdürüp günaha akşam tövbe etmek tövbenin amacına aykırıdır. Aşağıdaki hadiste tövbenin ehemmiyeti ne güzel ifade edilmiştir:
Hz. Peygamber şöyle demiştir: “Allah Teâlâ’nın mümin kulunun tövbesinden duyduğu sevinç tasvir edeceğim şu kişinin sevincinden çok daha fazladır: Adam tek başına tehlikeli bir yolda yiyeceğini ve içeceğini taşıyan bineğiyle yolculuk yapmaktadır. Bir yerde durup dinlenirken kısa bir süre uyur. Uyanınca bineğinin ortadan kaybolduğunu görür. Uzun zaman ararsa da bulamaz. Bu sırada aşırı derecede bunalmış ve susamıştır. Nihayet, ‘Dinlendiğim yere gideyim de orada öleyim’ der. Bu yerde kısa bir ara uykuya dalıp uyanınca bineğini karşısında görür. O kadar sevinir ki, ‘Allah’ım! Sen benim rabbim, ben de senin kulunum’ diyecek yerde, ‘Sen benim kulum, ben de senin rabbinim!’ der”
Rabbim bizi günah bataklığına saplanmaktan, işlediklerimiz günahlardan samimi bir şekilde tövbe edip tövbemizde sebat etmemize yardımcı olsun.