İbn Hacer Hazretleri ilim öğrenmek için bir medreseye girdi. Ancak kafası bir türlü dersleri almıyordu. Bütün arkadaşları onu geçtiler. Seneler geçmesine rağmen pek bir şey öğrenemedi. En sonunda ilmi bırakıp memleketine dönmeye karar verdi. Hocasının nasihâtleri de fayda etmedi. Yola çıktı. Yolda dinlenmek için bir mağaraya girdi. Mağarada dinlenirken gözü yukarıdan damlayan damlalara takıldı. Damlalar yavaş yavaş damlayıp yerdeki taşta bir çukur açmıştı. İbn Hacer Hazretleri kendi kendine şöyle düşündü:
“Su gayet yumuşak, latif bir cisim olduğu halde sert kayayı nasıl deliyor. Benim kafam bu kayadan daha da sert değildi ya, zamanla benim de kafama Allah’ın nuru olan bu ilim girer.” deyip medreseye geri dönüyor. Ve kısa zamanda arkadaşlarını da geçiyor. Bu olay sebebiyle kendisine İbn Hacer (taşın oğlu) deniliyor.
Gençliğimde elektrik ustalığı yapıyordum. Elektrik işini çok seviyordum. “Sevdiğiniz işi yaparsanız, bir gün bile çalışmış sayılmazsınız.” der, Konfüçyüs. Ustalıkta belirli bir seviye gelmiştim. Duraklama dönemi başlamıştı. Çünkü bana bildiğimden daha fazla öğretecek bir usta bilmiyordum. Ancak elektriğin sınırsız bir bilgi kaynağı vardır. Bir arkadaşımla nasıl daha fazla öğrenebiliriz diye araştırma yaptık. Yetmişli yılların sonuydu. Ne doğru dürüst kitap vardı ne de internet. Dolayısıyla araştırmaları kısıtlı imkanlarla yapıyorduk. İzmir’de bu iş için özel kurs merkezleri olduğunu duyduk. Ailemizi ikna edip yanımızda herhangi bir büyüğümüz olmadan, kurs ve yurt parasını çalışıp karşılamayı kabul ederek on dokuz yaşında İzmir’e gittik. Hem çalışıp hem okuduk. Öyle bir aşkla okuduk ki tabiri caizse bilenmiş bir bıçak gibi döndük. Ancak kurs bu durumu tek başına sağlamadı. Beraber kursa katıldığımız grupta bizim dörtte birimize bile yaklaşan yoktu. Bizim farkımız bu mesleği öğrenme aşkımız idi.
Her işin bir püf noktası olduğu gibi her işin bir ustası vardır. Acar Baltaş’ın dediği gibi hiç kimse herşeyi sıfırdan öğrenecek kadar uzun yaşamaz. Yapılacakların başında sevebileceğimiz, aşık olacağımız bir meslek seçmek. Bunu profesyonel bir destekle sağlayabiliriz. Yoksa maymun iştahı gibi bir meslekten bir mesleğe sürükleniriz. Bunu sağladıktan sonra yapacağımız şey ise en üst seviyeden mesleği öğrenebileceğimiz yer ve kişileri araştırıp bulmaktır. İstisnalar bir yana, vasat öğretmenin vasat öğrencisi olur.
“En iyisi gençlerde öğrenme hevesini ve sevgisini uyandırmaktır, yoksa kitap yüklü birer eşek yaparız onları, kırbaç zoruyla bilim dolu bir çanta taşıtıyorlar onlara; oysa bilimi evimizde saklamak yetmez, evlenmek gerek onunla.” Montaigne
İmamı Şafii şöyle söylüyor: “İlmin başlangıcı soğandan daha acı, sonu da baldan daha tatlıdır.” Evet, başlangıçta bu durum biraz meşakkatli gelir. Ancak bilgi küpü dolup içindeki bal dışarı sızdığı zaman ‘değme keyfime’ olur.
Rabbim bize yeteneğimiz olan ilim ve mesleği doğru seçmeyi, o ilim ve meslekte faydalı hizmetler vermeyi nasip etsin.