Son zamanlarda toplumuzda oluşan kadın algısını ve hassasiyetini özellikle sosyal medya üzerinden görmek mümkün.
Ne acıdır ki bu hassasiyetin ve algının yanında artık bir kadın cinayeti ve kadına şiddet haberini de görmeye alışır ve kanıksar olduk.
Üstelik bu haberleri -artık ne yazık ki sözde diyeceğim- sözde Müslüman olarak geçinen bir toplumda Türkiye’de görüyoruz.
İslam’ın kadınlar üzerinde bir baskı kurulması gerektiği, erkeğin kadına göre daha üstün olduğu aslı olmayan algının arkasına sığınan birçok cehalet makinesi yüzünden her gün bu haberler ile karşı karşıya kalıyoruz.
Oysaki Peygamber Efendimizin sözüyle bize Allah’ın emaneti olan o kutsal emanetler konusunda dinimiz kadını baskıcı bir otorite altında yaşatmayı da ona uygulanan şiddeti de hiçbir zaman emretmez.
Cahiliye döneminde merhametten yoksun şimdiki haberlere konu olan zanlılar gibi kişiler masum kız yavrularını diri diri gömmeye götürürken İslam’ın getirmiş olduğu aydınlanma ile bunun önüne geçildi.
Kadına ne şiddetin ne de erkeğin kadına üstünlüğünün İslam’da yerinin olmadığını da bu şekilde anladığımıza göre bu acı tablolara neden olan kimselerin arkasına sığınabileceği hiçbir mazeret olmadığı görebiliyoruz.
Cinnet geçirerek, öfkelenerek bir erkeğin kadına şiddet uyguladığını söylemek bu işin açıklaması olamaz.
Asıl soru o noktaya nasıl gelindiğidir.
Bu altyapıyı nelerin oluşturduğunu bilir; yarayı iyi tanırsak neşter atacağımız yeri görebiliriz.
Erkekler küçük yaşlardan itibaren kışkırtılan-şımartılan bir konumda iken, kadın susturulan-bastırılan konumda olmuştur.
Özellikle feodal bir anlayışın getirisi olarak kadınlar eşinin önünde yürüdüğü durumlarda bile kınanır duruma düşer.
Kadınlar evlendirildiğinde kulaklarına ‘Eşinin gönlünü hoş tut, ne isterse yap.’ Denildiği bir toplumda kadının kocasına boşanma davası açma hakkı olamaz.
Olursa bu hak maço erkeğin onuruna, erkeklik gururuna(!) dokunur!
Demek ki öncelikli konu kadının özgürlüğünü ilan etmesi ve erkeğin kadının haklarının bilincinde olması gerekliliğidir.
Kadının bağımsız olmasının ilk adımı ekonomik özgürlüğünü kazanmasından geçiyor.
Kadın ne yalnızca çocuk doğuran bir kuluçka makinası, ne de yemek yapmaya programlanmış bir mutfak robotudur.
Kadın anamızdır, ablamızdır, kardeşimizdir en önemlisi de eşimiz ve eşitimizdir.
Aynı bir elmanın öbür yarısı gibi… Kadına toplumda hak ettiği yeri sağlar ve insan olarak kadın-erkek eşitliğini toplumsal anlamda içselleştirirsek sorunlar da büyük ölçüde çözülecektir.
Naçizane fikirlerim böyle iken caydırıcılığın ve eğitimin bu noktada ne kadar büyük önem arz ettiğinin de sözlerimi sonlandırırken altını çizmek istiyorum…