Dünyada yapayalnız olduğunuzu düşünün. Sizden başka hiç kimse yok. Dünya'nın tek hakimi sizsiniz ve o tamamen sizin. Canınınız ne isterse onu yapıyorsunuz. İstediğiniz yere gidiyor, istediğiniz yerde konaklıyor, istediğiniz zaman da göçüyorsunuz. Dünyanın süper gücü Amerika falan değil artık. Sizsiniz. Baştan anlaşmıştık, yanınızda aileniz de dahil kimse yok.
Keyfinizce yediniz, içtiniz,gezdiniz… Günler, aylar hatta belki yıllar geçti hala yalnızsınız. Bunları sevdiğiniz biriyle yapmayınca hiç anlamı yok değil mi? Ya da yaşadıklarınızı birine anlatmayınca çok da ehemmiyeti kalmıyor. En azından ilk başlarda tattığımız hazzı daha sonraları hissetmemeye başlarız. Hatta sıkıcı bile olacaktır.
İnsan, sosyal bir varlık olarak yaratılmıştır. Bı da demek oluyor ki insan bir toplum içinde yaşamaya mecburdur. İnsanın yaşayabileceği en küçük sosyal topluluk ailedir.
Aynı gaye üzerinde anlaşan ve birlikte çalışan kimselerin bütünü.(TDK)
Aile, insanın ait olma, sevilme, korunma, bilinme gibi temel gereksinimlerin karşılanacağı yegane sığınağıdır. En içimize çekildiğimiz, en yalnız kalmak istediğimiz zamanlarda bile içten içe birinin bizi hatırlamasını, içinde bulunduğumuz durumdan kurtarmasını isteriz.
Hani hepimizin bildiği, kitabını okumasak bile filimini izlediğimiz Daniel Dofoe'nin Robinson Crusoe adlı bir eseri vardır. Muhayyilemizde canlanması için bir özet geçeceğim.
Robinson Crusoe denizlere açılıp dünyayı gezmek istemektedir. Fakat ailesi oldukça bir hayat sürüyormuş. Robinson bir gece gizlice çıktığı gemi yolculuğunda fırtınaya yakalanır. Fırtına geçtikten sonra gemi karaya ulaşmadan korsanlarca ele geçilir. Bir süre esir kaldıktan sonra oradan kaçarken bindiği sandal kayalıklara çarparak batar. Yüzerek ulaştığı adada mahsur kalır. Yirmi üç yıl boyunca yalnız yaşar. Adanın tek sahibidir ama hep oradan kurtulmanın hayalini kurar.
Evet Robinson'un amacı belki yapayalnız bir adada mahsur kalmak değildi ama türlü serüvenler yaşarken de yalnızdı, bunları anlatmak istediğinde de yalnız.
Bir de tüm kainatı yoktan var eden Allah'ı düşünelim. Dikkat edin; sadece dünyadan bahsetmiyorum, sınırları halen belli olmayan kâinat diyorum. Sonsuz kuvvet ve kudret sahibi, "ol" emrinin ardında yaratılışlar gizli olan Allah da yalnızlığı değil bilinmeyi istedi. Ne diyordu kudsi bir hadiste:" Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi istedim ve mahlukatı yarattım."
Sözlerimden tutup da şöyle bir anlam çıkarmayalım:" Hâşâ! Allah kâinatı yarattıktan sonra bir yalnızlığa düştü. Eğlence olsun diye mahlukatı yarattı."
Hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah bile yalnızlığı seçmemiş diyorum. Yaratılış bakımından muhtaç olan insan, elbette ki içinde yaşayacağı küçük de olsa sosyal bir topluluğa ihtiyaç duyar.
Gelelim konunun eğitim yönüne. Bir eğitimci gözüyle ailenin eğitim açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. İyi bir topluluk anlayışına sahip bireylerden oluşan ailede yetişen çocuk en başta temel ihtiyaçlarının giderildiği sağlıklı bir ortamda büyüyecektir. Bu denli sağlıklı bir ortam, çocuğun zeka, fiziksel, psikolojik, sosyolojik gelişimini olumlu şekilde etkileyecektir. Böyle bir birey de önce ailesine sonra içinde yaşadığı topluma yararlı olacaktır. Kurulmak istenen düzenek tıkır tıkır işleyecektir. Yani ardışık olarak; sağlıklı bireyler aileleri, sağlıklı aileler sağlıklı toplumu oluşturacaktır.
Aile,gam ve kedere perde; mutluluk ve sürura yuva; tüm tehdit ve tehlikelere sığınaktır.
Ayrıca aile bireyleri arasında oluşan ve gelişen birlik duygusu bireyi ulusal boyutta oluşturacağı düşünceler açısından sağlıklı bir yol çizmesini sağlayacaktır.
Günümüzde ilk eğitimin ailede verildiği konusunda hemfikir olduğumuzu düşünerek, aileyi; gerek dinî, gerek fennî, gerek sosyal ilimlerin öğretilmesinde ilk adım kurumu olarak görüyorum. Özellikle de evrensel bağlamda insanî değerlerin gösterilmesi, benimsetilmesi ve tabi uygulanması bakımından da ailenin önemi yaldızlanarak artıyor.
İnsan fıtratının aileye muthac olduğunu şöyle bir örnekle de göstermek istiyorum:
Oldukça erken yaşlarda yalnız yaşamaya başlayan ya da mecbur bırakılan insanların, bir süre sonra farklı takıntılara meylettiğine şahit oluyoruz. Yalnızlık duygusunun ittiği bu eğilimler bazen evinde sayıları yüzlere varan hayvan beslemekle çıkıyor ortaya bazen istif yapmaya başlıyorlar her şeyi ve sonunda çöp evler görüyoruz televizyonlarda. Bunlar, soluğunu hissedecek birinin eksikliğini türlü yollarla kapatma çabasından başka bir şey değil.
Gerçi kime sorarsan halinden şikayetçi. Ailenin yokluğunu yaşayanların yanında bir de varlığından rahatsız olanlar var.
Günümüzde övünülerek yapılan toplumdan, aileden soyutlanma, birey olma arzusuyla yalnızlaşan insan modelini sıkça görür olduk. Neresinden bakarsanız bakın marazi bir niyet.
İlahi insan, sanılanın aksine, Allah yalnızlığı kendine bile mahsus görmemiş.