Filistin’in toprak satma meselesini anlamamız için öncelikle bu konunun altında yatan sebeplere bakmamız gerekiyor. Birincisi Filistin’in coğrafi konumuna baktığımızda İngiltere’nin sömürge devletleri Hindistan ve Çin’e ulaşmanın en kısa ve güvenli yolu olan Süveyş Kanalı ile Arap yarımadasının petrol kaynaklarının tam ortasında yer almaktadır. Emperyalist devletler için bu asla vazgeçilemeyecek topraklardı. Filistin hakkında da Yahudiler eskiden beri vaat edilmiş topraklardan bahsediyorlardı. Tabi bu söylemlerini kimse önemsemiyordu. Hatta Avrupa devletleri Yahudileri katledip onlara sürekli sürgün hayatı yaşatıyordu ta ki emperyalist devletler bu bölgenin önemini anladıkları ana kadar. Sömürge devletleri olan batılılar bu toprakların zenginliklerini anladıktan sonra Yahudileri el üstünde tutmaya başladılar. Yahudilerin vaat edilmiş topraklar söylemini sahiplenip kullanan ilk devlet lideri Napolyon olmuştur.
“Napolyon Doğuda bir sömürge imparatorluğunu kurmak için 1799’da Filistin bölgesine karşı bir saldırı düzenlediğinde “İsrail’in kaybolan ihtişamını Kudüs’te diriltmek” için tüm Yahudileri ordusunun saflarına koşmaya çağırmış ve onları Filistin’in meşru varisleri olarak nitelemiştir” (Tarihte Araplar ve Yahudiler-Dr.Ahmet SUSA-Selenge Yayınları-s.452)
Napolyon burada siyonist düşünceyi kendi çıkarları için kullanmak istemiş ancak bir başarı elde edememiştir. Bunun yolunda gitmek isteyen Almanlar ve Ruslar da Yahudileri kullanmak istediler ancak bunlarda başarılı olamadılar. Sıra dönemin süper ve sinsi gücü olan İngiltere’ye geliyor.
İngiltere bu toprakları işgal etmeden hükmetmek istemiş. Çünkü İngiltere buraları sadece kendisi için işgal etmeye kalksa karşısına hem tüm Müslüman Arapları hem Siyonist Yahudileri hem de bu topraklarda emelleri olan diğer tüm batılı devletleri alacağını biliyordu. İngiltere buraya öyle bir millet yerleştirmeli ki bu topraklarda emelleri olan herkes masaya oturduğunda buradaki pastadan kendisi için bir pay almalıydı. Yoksa İngiltere veya başka herhangi bir devlet tek başına bu büyük pastayı yemeye kalksaydı bu pasta onun boğazında kalırdı.
Eğer işgal etmeyip burayı Filistinli Müslümanlara bıraksa, etrafındaki tüm devletler Arap Müslümanlar oldukları için bunlar ileride bir olup güçlenerek bize sorun çıkarırlar diye bu toprakları Filistin veya başka bir Müslüman devlete de bırakmıyor. O zaman İngiltere hem etraftaki Müslüman devletlerin başını sürekli ağrıtacak ve bunların ilgisini üzerine çekerek güçlü olmalarına engel olacak, hem de kendi emellerine uygun kullanacağı bir devlet buraya kurmalıydı. Bunu hangi milletle gerçekleştirecek? Tabi ki de Yahudilerle... Dünyada bu topraklara yerleştirilecek ve emellerine uygun kullanılacak Yahudilerden başka hiçbir millet yoktur. Eğer Yahudiler olmasaydı bu bereketli topraklar için batılı devletler şimdi çoktan birbirlerini yiyip bitirmişlerdi bile. Yahudilerin bu önemini anlayan İngiltere, siyonistleri desteklemeye başlar, öyle ki “Siyonizmin kısa süre içinde İngiltere’de bir devlet politikası olarak benimsendiğini” görüyoruz. (Osmanlıdan Günümüze Filistin Sempozyumu-Türk Tarih Kurumu Yayınları-VIII.Dizi s:233)
Bundan sonra siyonizmin kurucusu olan Theodor Herzl hangi devlet yetkilisiyle görüşmek istese bunu İngiltere’nin o devletteki elçilikleriyle gerçekleştiriyor. İngiltere kendi vatandaşlarından daha fazla bu adama önem veriyor. Çünkü İngiliz vatandaşlarının gelecekteki tüm zenginlik ve refahı bu adama bağlıydı. Bu adamın geleceği de İngiltere’ye…
İngiltere, Filistin’i işgal ettiğinde batılı devletlerin tepkisini üzerine çekmemek için yaptığı ilk şey 2 Kasım 1917 de “Filistin’de Yahudi milleti için ulusal bir yurt kurma” fikrini benimsediğini ifade eden meşhur Balfour deklarasyonunu yayınlamak oluyor. İngiltere bununla batılı devletlere güvence veriyordu. Ancak batılı devletler bu güvenceyle yetinmeyip; “1922 yılının temmuz ayında Milletler cemiyeti nezdinde İngiltere’yi Filistin üzerinde manda kurma göreviyle tayin ettiler. Alınan kararın 2.maddesinde şu yazılıydı: Büyük Britanya hükümeti ulusal Yahudi yurdunun kurulmasını sağlayacak olan politik, yönetimsel ve ekonomik şartların ülkede yaratılmasından sorumludur.” (Aynı eser, s:229)
Yani Milletler Cemiyeti koca Britanya İmparatorluğunu siyonizmin hizmetine atamıştı. İngiltere’ye Milletler Cemiyetinin yanında bir de Amerika bir görev veriyordu. Çünkü daha yeni güçlenmeye başlayan Amerika, Milletler Cemiyetinin almış olduğu bu kararı kabul etmiyordu. En başta dedik ya bu topraklar bir kişiye yar edilmeyecek kadar öneme sahip topraklardır.
“Amerika 3 Aralık 1924 tarihinde İngiltere ile imzaladığı bir anlaşma ile İngiltere’nin Filistin üzerindeki mandasını tanımış ve Amerikan vatandaşları (Yahudiler) için Filistin’de birtakım haklar kabul etmiştir. Bu anlaşmanın en önemli maddesi 7.maddeydi. Bu maddeye göre İngiltere’nin, Filistin’de yapacağı her değişiklik Amerika’nın onayına tabi tutuluyordu. Böylece Amerika bundan sonra Filistin’deki her gelişmede söz sahibi olacaktır. (Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları-Prof.Dr.Fahir ARMAOĞLU-İş Bankası Kültür Yayınları-s:37)
Bu madde ile Amerika, İngiltere’ye şunu anlatıyordu: O topraklar senin toprağın olmayacak ve benim isteğim dışında bir şey yapacak olursan burayı senden alırım.
İngiltere hem Milletler Cemiyetinden hem de Amerika’dan almış olduğu yetkiyle artık emperyalist devletlerin bir memuru gibi hareket ediyordu. İngiltere’nin tek işi en kısa sürede burada bir Yahudi devleti kurup buradan çekilmesidir.
Tabi buraya bir Yahudi devleti kurulacak ancak hem nüfus hem de toprak olarak Yahudiler burada yok hükmündedirler. Çünkü “1918’de Filistin’in nüfusu 748.128 kişiydi. Bunun 611.098 Müslüman, 70.429 Hristiyan, 58.728 Yahudi, geriye kalanlar Şii, Durzi ve diğerleriydi. Görüldüğü gibi Yahudiler nüfusun ancak %8’ini oluşturuyorlar. Yahudilerin elinde bulunan toprak ise sadece %2’idi.” (Osmanlıdan Günümüze Filistin Sempozyumu-Türk Tarih Kurumu Yayınları-VIII.Dizi s.124-125)
Elli sekiz bin nüfus ve toprağın %2’siyle hangi devleti kuracak ve Müslümanların arasında barındıracaksın. İşin içinde İngiltere’nin bitip tükenmez sinsi planları varsa o her türlü bir devlet kuracaktır. İngiltere’nin ilk işi Milletler Cemiyetinden almış olduğu görevle buraya yoğun bir Yahudi göçünün gerçekleştirmesini sağlamak oluyor.
İngiltere ve diğer emperyalist devletler Yahudileri Filistin’e göç etmeye davet ettiler ancak başka bir sorun teşekkül etti. Toprak… Filistin’e göç ettirilen bu kadar Yahudi’ye toprak lazım, bu topraklar da Müslümanların elindedir. İngiltere, Filistin’e göç eden Yahudilere bir şekilde kanun kılıfında toprak kazandırmalıydı.
İşte burada “Filistinlilerin toprak satma” meselesi ortaya çıkıyor. İngiltere ve siyonist terör örgütleri baskı, yıldırma ve Yahudilerin sınırsız servetiyle Müslümanlardan toprak satın almak istiyorlar, ancak ne kadar baskı yapsalar istedikleri ölçüde toprak satışı gerçekleşmiyor.
İngiltere ikinci çözümü vergi artışında aradı. Yaptığı ciddi vergi artışından sonra halk toprak vergisini ödeyemiyordu. Zaten savaştan yeni çıkmış ve tüm servetlerine işgalci İngiltere devleti tarafından el konulmuş bir halk bu kadar ağır vergileri nasıl ödesin? İngiltere ona da bir çözüm buluyor. Topraklarının tümünü kaybedeceğine bir tarlanı sat diğerini kurtarmış olursun yoksa senin tüm topraklarına el koyarım gibi tehdit ve baskılarla Filistinlileri yine toprak satmaya sevk ediyordu ancak İngiltere yine istediği sonucu alamadı. İngiltere bu sefer silah zoruyla Müslümanların topraklarına el koymaya başladı. “Borçlarını ödeyemeyen Müslümanların topraklarını haczedip, açık artırma yoluyla satarak Yahudilere toprak kazandırıyordu.” (Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları-Prof.Dr.Fahir ARMAOĞLU-İş Bankası Kültür Yayınları-s.26)
Böylece İngiltere kanun kılıfında hem Yahudilere toprak kazandırmış oluyor hem de savaşın ağır masrafından kurtulmak için Yahudi bankerlerinin bitip tükenmez sermayesinden de olabildiğince yararlanıyordu.
Ancak İngiltere bu yöntemle de istediği sonucu alamadı. Çünkü İngiltere’nin buraya bir Yahudi devleti kurması için Filistin topraklarının büyük ölçüde Yahudilerin elinde olması gerekiyor. Devreye bu sefer İngiltere’nin kendi eliyle ve ordusundaki Yahudi askerlerle kurduğu Haganah, ve Irgun terör örgütleri giriyor. Bu terör örgütlerinin yapmış oldukları vahşet sonucunda Yahudiler yavaş yavaş toprak sahibi olmaya başladılar.
Bu terör örgütleri toprak satışı için neler mi yaptılar?
Önümüzdeki yazımızda.