Gazze’deki soykırımı tüm dünya bir film gibi izliyor. Ancak bu filmde dublör yok, her şey gerçek. Ölen kadınlar gerçek, parçalanan bebekler gerçek, yıkılan binalar gerçek, patlayan bombalar, atılan füzeler gerçek, hatta “öldürmek için bebek arıyorum” diyen sırtlan sürüsü bile gerçek.
Böyle bir soykırım filmini hep beraber izliyoruz, hem de her sahnesini canlı canlı izliyoruz ya da Müslümanlara yaşatılan bu barbarlığı, Müslümanlara canlı canlı izletiyorlar. Bununla Müslümanlara sürekli bir korku yaşatmak ve onları sindirmeyi amaçlıyorlar.
Müslüman halkı korkutmak, sindirmek ve İslam birliğinin önüne geçmek için Gazze’de yaptıkları bombardımanları, diş geçirdikleri zavallı çocukların iniltilerini bilerek izletiyorlar. Bu barbarlığı izleyen Müslümanların ruhunu korku kapladı. Amerika ve İsrail kelimesini duymaktan bile korkar hale geldiler.
Müslümanlar, bu korku içinde kendilerine yaşatılan bunca zulme ses çıkamaz duruma geldiler. Hatta öyle ki, birlik olmaktan bile korktular. Müslümanların içlerinde oluşturdukları paralı ajanlar sayesinde, Müslümanları konuşmaktan bile korkar hale getirdiler. “Aman bu yanımdaki İsrail’in, Amerika’nın ajanı olmasın” diyerek, zulme ses çıkarmaktan bile korktular.
Böylece Müslümanları pasif duruma düşürdüler, uyuttular, düşüncesizleştirdiler. O derece aşağılık bir muameleye maruz bıraktılar ki artık kendi kızlarının ırzına geçmelerine bile ses çıkaramaz duruma geldiler.
Kardeşi yanı başında dövüldü, işkenceye uğratıldı, kadınlarına tecavüz edildi, iffetini muhafaza etmiş kızların iffeti ayaklar altına alında, çocukların minik bedenleri paramparça edildi ancak ruhuna işletilen korkudan dolayı Müslümanlar bu zulümlerin tümünü sadece izlemekle yetindi.
İzledikçe de şahsiyetini kaybetti. Şahsiyetsiz, kişiliksiz birer varlık haline geldi.
İslam beldelerinde medeni(!!!) Batı devletleri tarafından yaşatılan onca barbarlık karşısında Müslümanlar: “Bana dokunma da ne yaparsan yap, serbestsin” deyip aşağılık bir yaşam şeklini izzetli bir ölüme tercih ettiler.
Bize unutturulan izzetli ölüm gibi izzetli bir yaşam şeklini de unuttuk. Olaylar karşısında Müslümanca bir tavır takınamadık, ruhsuzlaştırıldık. Ruhlarımızı kaybettiğimiz için de özgür köleler halini aldık.
Efendilerimiz(!!!) olan Batı ne yapsa cahiliye zulmüne ses çıkarmayan, onların yaptığı her türlü zulmü izleyen köleler gibi sadece efendilerimizin yaptığı zulümleri izledik.
Ne zaman Bilal gibi bir şahsiyet kazandık o zaman artık izleyici olmaya da son vermiş olacağız.
Bilal bize gösterdi ki; İnsan, insanlığına, “kerametli (değerli, şerefli, haysiyetli) olarak yaratılan” (İsra süresi:70) şeref ve haysiyetine sahip çıktığı zaman artık hiçbir güç onun bu şahsiyetini elinden almaya güç yetiremez.
Bilal şahsiyet kazandıktan sonra hiçbir güç onun bu insanlık onurunu, şeref ve haysiyetini elinden alamadı.
Aynı şekilde köle olan Habbap bin Eret de şahsiyet kazandıktan sonra onun bu şahsiyetini elinden almak için o günün kapitalist güçleri sırtına kor ateşler koyarak ona işkence ediyorlardı. Ancak Habbab bunca işkenceye rağmen kazandığı insanlık şeref, haysiyet ve onurundan vazgeçmedi.
Ammar karşı çıkmıştı efendilerinin zulümlerine. Ammar karşı çıktıkça o günün emperyalist güçleri, Ammar’a ve ailesine işkence ediyorlardı. Ancak Ammar baş eğmedi, boyun bükmedi, bel bağlamadı. Onurlu ve izzetli yaşamından vazgeçmedi. En sonunda kovulduğu Mekke’ye başı dik, onurlu bir şekilde geri geldi.
İnsanlık onur ve haysiyetini kazanan bu bedevi toplum, o dönemin iki süper gücü olan Pers ve Bizans imparatorluğuna diz çöktürdü. Onların yıkılmaz denilen imparatorluklarını al aşağı ettiler.
Bunlara bakınca: “İnsan, şahsiyet kazanınca meğer neler yapabiliyormuş” demekten insan kendini alamıyor.
Müslümanların kaybettiği şahsiyetini yakın bir zamanda tekrar bulmasının umuduyla…