Dökülen Süte Ağlamayın! | Murtaza Kamar | Köşe Yazıları...
"Bir sabah fen laboratuvarındaydık. Öğretmenimiz Dr. Paul Brandwine içi dolu bir süt şişesini masanın kenarına koymuştu. Hepimiz oturduk ve şişenin kenarına bakmaya başladık. Bunun hijyen ile ne ilgisinin olduğunu anlayamıyorduk. Sonra birden Dr. Brandwine ayağa kalktı ve süt şişesini lavaboya fırlatıp bağırdı: 'Dökülen süte ağlamayın!'
"Hepimizi lavabonun kenarına çağırdı ve kalıntılara baklamızı istedi. 'İyi bakın,' dedi, 'çünkü bu dersi hayatınız boyunca hatırlamanızı istiyorum. Süt gitti, gördüğünüz gibi lavabonun deliğinden aktı gitti ve dünyada hiçbir güç onun bir damlasını bile geri getiremez artık. Eğer biraz olsun düşünsek ya da engellemeye çalışsak sütü kurtarabilirdik artık çok geç, bundan sonra yapabileceğimiz tek şey bunu unutmak ve diğer şeylere devam etmek.' (Üzüntüyü Bırak, Yaşamaya Bak Dale Carneige)
Yukarıda bir bölümünü paylaştığım kitap yüzyıl önce yazılmış. Bugüne baktığımızda demek ki yüz yıl önce de aynı şeyler söyleniyormuş. Geçenlerde yazarın birine bir yazımı gönderip değerlendirmesini istedim. Değerlendirmesinde şöyle söylemişti: Bu yazı bir bilgilendirme ve öğretme amaçlı olarak yazılmış bir yazıyı anımsatıyor. Daha orijinal ve farklı yazılar yazmanızı tavsiye edebilirim. Elbette tavsiyeleri çok değerliydi. Ancak ben yeni şey söylemeye çalışmıyorum. Eskiden beri söylenegelen şeylerin sanki toplumda söylenmemiş gibi olduğunu gördüğümden eski ve değerli şeyler ile ilgili farkındalık yaratmaya çalışıyorum. Alıntı yaptığım kitabın yazarı da aynı şeyi söylüyor: “Bu kitabın amacı da size yeni bir şey söylemek değil. Amacım size zaten bildiğiniz şeyleri anımsatmak, sizleri harekete geçirip bunları uygulamanızı sağlamak.” Bunu alıntı olarak vermeyebilirdim. Çünkü bu alıntıyı okumadan önce de aynı şeyin peşindeydim.
Yazılarımı tecrübe ve okumalarımdan çıkarsama yaparak yazmaya çalışıyorum. Yaşamıma tatbik etmediğim veya tatbik etmeye çalışmadığım bir düşünceyi kolay kolay yazmam. Aksi takdirde yazı, bilgiçlik taslama olur ki okuyucu da kuşkusuz bunu hisseder.
Gelelim konumuza… Hepimiz bu hatayı yapıyoruz yani dökülen süte ağlıyoruz. Çocukluğumda terzide çalışırken, ustam bana para vererek, iki tane floresan lamba almamı söyledi. Giderken de “Dikkat et, sakın kırma. Kıracak olursan dükkâna da gelme” dedi. Sakar olduğumu düşündüğünden olsa gerek ki bu tembihi yapmıştı. Uzak sayılabilecek mesafedeki bir dükkândan floresan lambaları alıp dönerken ayağım takıldı ve düştüm. Elimdeki lambalar kırılmıştı. Kırılan lambaların ambalajlarını sıkı sıkıya tutarak, ağlaya ağlaya eve gittim. Lambaları bir süre taşıdıktan sonra, yolun kenarına sessizce bırakmıştım. Benim bu olayda ağlamam normaldi. Hem çocuktum hem de tembihlenmiştim. Peki ya biz büyükler bu gibi olaylara neden ağlıyor ve sızlanıyoruz? Bazı olaylarda üzülebiliriz elbet ancak abartıya da kaçmamak gerekir.
"Dökülen süte ağlamayın!" gibi sözlere gülüp geçmek yerine, bunları uygulamayı becerebilseydik bu kitaba da ihtiyacımız kalmazdı. Aslında, eski deyimleri hayatımıza geçirmeyi başarabilseydik çok daha güzel bir hayat yaşayabilirdik. Ancak kullanılmadığı sürece bilginin hiçbir gücü yoktur.”
Her hata anlayana bir derstir. Hatayı ilerde yapacağımız daha büyük hataların öncüsü olarak kabul edip analizini yapmak ve önlerini kesebilmek için çözümler üretmek daha akıllıca. Ancak bunu başarmak emek ister.
Bu yazıyı kendime de yazdım. Bundan sonra yapacağım ve geçmişte yaptığım hatalardan ders çıkararak yaşamaya gayret edeceğim. Bir süre sonra da bu düşüncemin sonuçlarını yine buradan paylaşmaya çalışacağım…