Ercüment Züngür yazdı: Deliliğe Övgü…

Erasmus:”İlle de bir şeyler yazma tutkusu beni amansızca sardığından ancak seyahat sırasında ciddi ve ağırbaşlı bir çalışma pek de mümkün olmayacağından eğlenceli vakit geçirmek üzere budalalığa bir övgü yazısı kaleme alayım dedim.” Erasmus’un toplum ve toplumun içerisinde barındırdığı ayrıcalıklı kişiler hakkındaki hiciv içerikli eserini günümüz düzeninden değerlendirmeye çalışacağım. Burada tabii ki herkesin üzerine alacağı kısımlar olacaktır fakat aksine içerikten kendine herhangi bir pay çıkarmayanlar da olacaktır.

Burada sıfırdan bir insanın anne rahminden sonra dünyaya ilk gözünü açtığı süreçten başlayarak olaylara bakmamız bizi daha doğu bir sonuca götürecektir. Bir bebeği gözünüzde canlandırın ve o canlandırmada kendinize dış ses rolü verin. ‘’Hepimiz bebekleri sever ve insanın en masum olduğu anın bebeklik olduğunu söyleriz çünkü bebeğin olaylar ve olgular üzerinde belli bir fikri yoktur dolayısıyla çatışma içine düşeceği herhangi bir kimse yoktur. Zihin doğuştan “boş bir levha”dır der Lucke. Daha sonra düşünceler şekillenmeye vücut bulmaya başlar. Size sempati duyan herkes birer birer terk etmeye başlar sizi. En son durak yaşlılık evresidir hayat yolculuğunda. Yaşlılık ikinci bir çocukluk çağıdır. Hafıza berraklığını yitirmeye başlar. Zihnin ise eski gücünden eser yoktur artık. Unutkanlığın simgesi olan Lethe çıkar sahneye ve bir anda çocukluğuna döndürüverir ihtiyarları. Çocuklukta değer biçilen boş zihin, ihtiyarlıkta kaçık yaftasıyla bir lekeymişçesine sürülür insanın üzerine. En sonunda ise doğdukları formuyla ayrılıverirler dünyadan.’’ Erasmus eserinde gerçekten deliliği mi över yoksa kendilerini akıllılar dünyasında sanan bilgelere karşı mı kendi deliliğini savunur bilinmez.

Bebeklik ve yaşlılık arasındaki süreçte hayatını olumlu-olumsuz dolu dolu yaşayan kişilerde mevcuttur ki bunlar her şeyden habersiz deliler ve her şeye hakim filozoflar da olabilir. Burada daha çok toplumda değer görülen kişiler filozof ekibinden yani aydın sayılanlardır. Bu kişilerin bilge kısımlarının ancak bizim konuları bildiğimiz kısmı kadarı ile bizde yer edinir ama dostlukları hep şüpheli olmuştur. Erasmus ta konuşmacısı aracılığı ile onların dostluklarını kasvetli ve tatsız bulur. Bunun sebebinin ise bu kişilerin kılı kırk yaran cinste olmasına bağlar. Öyle ki yakın gözlüğünün çerçevesinden kendisini gözlemlemektense uzak gözlüğüyle başkalarının hatalarını saniyesinde fark edebilmeyi meslek edinmiştir bu kişiler. Bu durumu ise şu benzetmeyle açıklar Budalalık:” Dostlarının hatası söz konusu olduğunda Epidaurius’un kartalı ya da yılanı kesilirken, kendi hataları söz konusu olduğunda da hayasızca bunları geçiştirir, sırtlarındaki kamburu dahi görmez olurlar.” Erasmus devamında konuşmacısının aracılığı ile, Onların söylediklerinin insanların üzerinde etkili olmadığını, başkalarını cesaretlendirmeye çalışırken kendi içlerinde korkunun kol gezdiğini söyler. Ve bu kişiler derin düşünmekten günlük hayata adapte olabilme yeteneğini kaybetmiş, temel işleri yapmakta zorlanır olmuşlardır der.

Eserden alabileceğimiz en önemli kısımlardan biri de kişinin kendine sahip olması ve kendi performansının farkında olmasıdır. Toplum içinde kendine yer edinmesi ve o yerde hep var olması da kişinin kendisiyle olan diyalogunda gizlidir. Başkalarıyla uyum içinde yaşayabilmenin anahtarı kendini sevmektedir. Kendini sevdiğin vakit ortaya çıkaracağın ürünün de güzel olacağını belirtilir. Toplum içerisinde yaşarken de çevremizde olanları gözlemlemek için biraz uzaktan bakmamızda fayda var çünkü elit ve oryantalist kişilerin

yüzlerini daha net görebileceğiz. Onların sahip oldukları anca bizim yüklediklerimizle var olduklarını ve bizim onlardan hiç farkımızın olmadığının da farkına varırız.

Kişinin başarılı olması bu toplumda var olması ve parlaması için bazı engellere karşı kendisini savunması gerekmektedir. İnsanı başarılı olmaktan alıkoyan iki engel vardır der Erasmus: Utanç ve korku. Aslında bu iki temel korkunun altında yatan nedenlerden ziyade açıkta var olan toplum değişmezleridir. Topluma karşı olan yazısız kurallara bağlılık bizde utanç duygusunu geliştirir. Örneğin İngilizce konuşmaya çalışan kişinin toplumdan utanması veya güneş gözlüğünü takması zorunlu olmasına rağmen toplumdan utanması nedeniyle bundan vazgeçmesi. Bu saydıklarım masun utançlardır ama bunların yanında daha politik hırsızlıklar karşısında kanundan ziyade topluma karşı olan utanma duygusu daha ağır basmaktadır. Korku ise kişinin hem toplumdaki kişilere hem de kendi içerisinde yaşadığı dünyaya karşıdır.

Burada sonuç olarak Erasmus’ın vermeye çalıştığı bilgileri toplamaya çalışırsak şu şekilde çerçevelendirebiliriz. Bilge maskesinde hareket edenler insanın tutkularını ellerinden geldiğince törpülemeye çalışırlar. Bu törpüler sonucunda ortaya duygulardan yoksun, insan yerine artık putlaşmış bir varlık ortaya çıkar. Duygularından sıyrılmış olan bilge umudunu da yitirdiğinden içinde bulunduğu dünya onun için bir şey ifade etmemeye başlar. Çünkü insan, umudu kadar tutunur hayata. Hayatı sorgulayan bir bakış açısıyla incelediğimizde sefalet, işkence, kavga, aldatma tüm çıplaklığıyla gözümüzün önünde belirecektir. Tüm bunlara rağmen içinde umut kırıntısı taşıyıp, hayata sıkı bir bağ bile bağlananlar ise bilgeler değil budalalardır. Toplumun kendisine biçtiği rolü iliklerine kadar benimseyenler mutlu olamazlar. Birey, kendisine söylenen kötü sözleri ne kadar içselleştiriyorsa o kadar huzursuz olacaktır. Peki ya bir budalaya söylenen bu sözlerin budala için bir yaprak hışırtısından farkı var mıdır? Bu gibi sözler onun eylemlerine dur diyebilir mi? Pekala hayır. Bilgelerin söylemleri ile ahmakların söylemleri aynı mıdır? Elbette değildir. Budala düşündüğüne kılıf uydurmaya çalışmadan kalbinden geçeni diline yansıtır. Oysa bilgeler kalbinden geçenleri öyle bir arıtıp dillerine yansıtırlar ki kalbinden geçenlerle zikrettikleri arasında hiçbir ortak yön kalmamıştır artık. Bu kişiler duymak istenileni söyleme konusunda ustalaşmışlardır. Bilgelerin ya da kendine bu misyonu yüklediğimiz kişilerin sahte yüzlerine karşı, normal hayat süren ve hayatı olağan akışında yaşayan kişilerin daha gerçekçi ve mutlu olduklarını pekala görebiliyoruz.