(Musa Abi ile başka bir anı)

Musa Abi’ye kendisi ile ilgili yazdığımız köşe yazısının bulunduğu gazeteyi ve kitaplarımızı hediye etmek için ziyaret ettik. Musa abi bizi tekrar sevgi ve ilgi ile karşıladı. Gazete yazısı için teşekkürlerini iletti.

Musa Abi’de anı, bizde de kağıt bitmez. Musa Abi anlatıyor: ”Battaniye alıp arabayla ilçeleri gezip satış yapıyorum. Kimine peşin, kimine borç ile satış yapıyoruz. Borç satışlarında ne bir senet ne de kimlik istiyoruz. Defterimize beyana göre ad soyadını yazıyoruz. İlçeleri gezdik satışımızı yaptık. Bir sonraki ay borçlarımızı toplarken hiç fire vermedik. O zamanlar güven esastı.” Musa Abi hikayesini dinlerken başımdan geçen benzer bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim:

Yıl 1980’lerin sonları. Fabrikada çalışıyorum. İş çıkışı fabrikanın çıkışında bir minibüs ve etrafında toplanan işçilerden oluşan kalabalık dikkat çekiyordu. Bende oraya gittim. Başka bir şehirden pazarlamacılar gelmiş elektrikli battaniye satıyorlardı. Battaniyeler kaliteli ve hesaplıydı. Borç ile olunca da herkes birer ikişer battaniye aldı. Bende kendime iki battaniye aldım. Pazarlamacı deftere yazmak üzere adımı soyadımı sordu. Söyledim yazdı. Yalnız bana değil herkese bu uygulamayı yapıyordu. Şu soruyu sormadan edemedim: “Yabancısınız. kimseyi tanımıyorsunuz; güvene dayalı alışveriş yapıyorsunuz. Bu güveni nasıl temin ettiniz. Kötü niyetli insanlar da olabilir. Buna karşı B planınız var mı?” Yok, diye cevap verdiler. “Biz insanlara güveniyoruz. Bugüne kadar kötü niyetli kişilerle hemen hemen hiç karşılaşmadık.” Ne kadar değerli bir olay, değil mi? Güven…

***

Musa Abi Van’ın bir ilçesine gitmiş. O zamanlar küçük yerlerde lokanta, otel vs yokmuş. Herkesin evi misafirlere açık... Öğlen olmuş, Musa Abi’nin karnı iyice acıkmış. Çarşının ortasında “Bu misafirin karnını doyuracak kimse yok mu?” diye seslenir seslenmez arkasından omuzuna bir el atılmış. Dönünce paltosu hafif yana kayık ayağında uzun bir bot olan birini görmüş. Musa abi “Sen kimsin?” demiş. Adam “Ben Eşref Ağa’nın çobanıyım, beni takip et.” demiş. Yola koyulmuşlar. Büyükçe bir eve girmişler. Musa Abi’yi misafir odasına almışlar. Çoban da kapının eşiğine dizleri üzerine oturmuş. Musa Abi sigarasıni yakmış. Sigarası bitince çoban arkadaki tahtadan duvarı tık tık yapmış. Biraz sonra yemek dolu bir sini gelmiş. Musa Abi yemeğini afiyetle yemiş. Yine tık tık. Bu sefer sini alınmış çay servisi başlamış. Ayrılma vakti gelince Musa Abi izin istemekle beraber Eşref Ağa’yı görmek istemiş. Çoban; “Burada yok”,demiş. Musa Abi “Yemeğini yediğim adamı görmeden gitmem” diye ısrar etmiş. Çoban; “Sen Eşref Ağa’yı tanıyor musun?” Yok diye cevap vermiş. Çoban; “Eşref Ağa benim!” demiş. Musa Abi şaşkınlıktan küçük dilini yutma derecesine gelmiş. Eşref Ağa’ya “Ver elini öpeyim” demiş. Ağa da öptürmemiş. Musa abi de kırk kere “Elini öpmeden gitmem” diye ısrar edince Eşref Ağa elini uzatmak zorunda kalmış.

**

Mardinliyim. Bizim çocukluğumuzda da bu kültür vardı. Daha sonra Şırnak’ta çalışırken buna benzer birçok olay yaşadım. Sırf yemek değil her konuda yardım gördüm. Şırnak’a ilk gittiğimde minibüs beni yanlış yerde indirmişti. Doğru yere gitmek için yaklaşık 100 metre uzunluğunda toprak bir dik yokuşu tırmanmak gerekiyordu. Yanlış yerde indiğimi gören yanımdaki genç yolcu benimle beraber inip bavulumu yüklenip yokuşu tırmandı. Yukarı çıkınca beni bekleyen arkadaşa bavulu verip bizden ayrıldı. Şırnak’ta kaldığım beş sene zarfında kendimi tanıttığım halde benim yanıma gelmedi. Ne ben onu bir daha gördüm ne de o beni.

Rabbim sizleri korusun güzel insanlar...