Adnan’la ortaokul öğretmenimizi karşıda gördüğümüzde, nasıl olduysa ikimiz de insiyaki (içgüdüsel) olarak hazır ola geçtik. Bir asker gibi başımızı önümüze eğerek selamımızı verdik. Öğretmenimiz geçene kadar bekledik. Bugün bunu korku olarak değerlendirenler olabilir ancak ben muhakkak ki bu duruşun içinde saygı ve sevgi kavramlarının etkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü o zamanlar öğretmen bizim için gerçekten saygı duyulacak ve ulaşılması güç olan bir değerdi. Öğretmenliğimin ilk yıllarında da Kırşehir Kale Ortaokulu’nda Türkçe öğretmeniyken benzer bir tabloyla karşılaştım. Aman Allah’ım böyle bir sevgi aile içinde bile görülemezdi. Okulun dağıldığı ve bilhassa Cuma günleri İstiklal Marşı okunduktan sonra dağılan onlarca öğrenci etrafımızı kuşatır ve bizleri çiçeklerle süsleyip evlere dağılırdı.
Ne kadar güzel günlerdi o günler…
Sonra o köprünün altından çok sular aktı. Hem öğretmen hem de öğrenci sayıları milyonları buldu. Öğretmen yetiştirme politikaları değişti de değişti. Özel okullar (hiç görmedik), dershaneler (ki yine görmedik), yabancı dil kursları (bunu da görmedik), özel dersler (ne gezer!), modern okullar, akıllı tahtalar, çevrimiçi hocalar ve daha neler neler… Cumhuriyet’ten bu yana öğretmen yetiştirme politikalarındaki bu değişimi göstermek adına sadece Köy Eğitmen Kurslarından bahsedeyim kısaca. Cumhuriyet’in eğitimi tabana yayma düşüncesi, beraberinde öğretmen açığı sorununu da gündeme getirmiştir. Bu teşebbüse dair bazı girişimlerden sonra 1936’dan itibaren Köy Eğitmen Kursları başlamış, askerde eğitim alan erlere terhis olduktan sonra köylerinde öğretmenlik yapma hakkı tanınmıştır. Bu eğitmenlerin sayısı 1946’ya kadar 9 bine yaklaşmıştır. Düşünün bugün öğretmen yetiştirmek için uzun yılları alan bir eğitime karşı, askerde kurs aldıktan sonra öğretmenliğe başlatan bir süreci…
Bugün imkân olarak elbette çok çok daha ilerideyiz. Devletimiz en ücra köylere kadar eğitimi götürebiliyor. Eskiden Ağrı’da veya Yozgat’ın bir köyünde çalışmam diyen öğretmen modelinden Başkale’de sınır köyüne koşan ve harikalar yaratan öğretmenlere sahibiz. Ancak “sevgi, saygı” konusunda ciddi tereddütlerimiz de yok değil!.. Elbette ki eskiden olduğu gibi eti senin kemiği benim demeyelim… Fakat öğretmenliğin kutsiyetini sağlayan saygı ve sevgi… Rol model olmak!.. Çünkü ilk öğretmenlik yıllarımda gördüm ki öğrencilerin kimi zaman en çok etkilendikleri ve hatta anne ve babasından daha çok sevdiği tek meslek grubu öğretmenlerdir… Öğretmen, kimi zaman bir anne bir baba bir arkadaş, yol gösteren ve bazen dokunduğunda hayatını değiştirecek bir sihirbaz olabiliyor. Bir insanın hayatında öğretmenden daha büyük etki bırakacak başka bir meslek grubu tanımıyorum bu anlamda.
Bugün de öyle midir? Elbette, bazı yozlaşmalara rağmen öğretmenlik en kutsal mesleklerden biridir. Kılık kıyafetinden, üslubuna, tavrından edasına, eğitim sistemine kadar birçok değişikliklerden bahsedilebilir, eleştirebiliriz. Olumsuz birçok örnek verebiliriz. Çünkü öğretmen sayısı bugün milyonlara dayanan devasa bir kadroyu temsil ediyor. Bu kadar büyük bir camiada çürük elmaların olması da tabiidir. Ancak öğretmen yetiştirme politikasına bakarsak, ciddi değişimlerin zaruri olduğu gerçeği çokça tartışılmalıdır. Bu hususta yazdığım bir araştırma makalemde (Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme Politikalarını Anlamak) çözüm önerilerimi sizlerle paylaşmakla yetinelim:
Türkiye’de “öğretmen yetiştirme felsefesi” değişmelidir!
Öğretmenlikle ilgili yeni bir anayasa belirlenmeli ve buna göre “insan eğitimi” en kutsal bir görev olarak yeniden tanımlanmalıdır.
Yeni anayasa, bakanlık üzerinde bağımsız bir kurul nezdinde uygulanmaya konulmalıdır. Bu üst kurul, siyaset üstü ve donanımlı kişilerden seçilmelidir. Kimse bu kurula müdahale etmemelidir.
İnsan yetiştirecek eğitim kurumları yeniden oluşturulmalıdır.
Öğretmen adayları sadece üniversite sınavıyla değil kazananlar bile ayıklanmalı ve seçkin kişiler arasından tercih edilmelidir.
Öğretmen yetiştirme sisteminin teknik ve akademik boyutu yeniden ele alınmalıdır.
Müfredatlar yeniden belirlenmelidir.
Uygulamaya mutlaka önem verilmeli stajyerlik en az üç yıl olmalıdır.
Liste uzatılabilir. Ancak esasında aradığımız o yokluğa rağmen yüreği insan sevgisiyle dolu öğretmenler; hocasını ailesi gibi gören öğrenciler…
Çünkü çağımız bilginin değil terbiyenin daha önemli bir değer olduğunu bizlere gösterdi!...
Çünkü bilgiye ulaşmak kolay; sevgi ve saygının zor öğrenildiği bir çağdayız…