Yeni bir göreve başladığımda, makam odamın büyük olduğunu fark ettim. Güzel dizayn edilmişti. Bir müddet sonra uzun ve siyah bir çizgi dikkatimi çekti. Penceren başlayarak içeri giren bu çizgi, yan odaya doğru kayboluyordu. Dikkat edince yolun sahiplerinin karıncalar olduğunu fark ettim. Bereket getirir derler ama makam odasında oluşturdukları görüntü pek de güzel değildi. Fakat dokunamadım yine de bu siyah, küçük işçilere… Kim bilir nasıl bir uğraşın içindeydiler…
Karışmadım ama bir müddet sonra abarttılar bizim karıncalar… Hangi aklı evvel karınca liderlik ettiyse bu kez de masaya çöreklendiler. Pencereden başlayan yolculuk bu kez masamın üzerinden yere, oradan da başka bir odaya doğru uzandı. Amma gelin görün ki buna da karışamadım. Ve günlerce onlar masada ben koltukta işlerimizi yürüttük. Birbirimizi hiç rahatsız etmedik. Bazen haddini aşan minikler elime ve üzerime de dadandılar ama yine de dokunamadım onlara…
Bu dostluk ve samimi anlaşma, bir arkadaşın olaya müdahalesiyle sonlandı. Fark edemedim ilk başlarda ama bir müddet sonra karıncaların eksildiğini gördüm. Meğer bir noktadan sonra yolları kesilmiş! Onlar da kendilerine başka bir yol bularak çalışmaya devam etmişler…
Ben bu süreçte karıncaları dahi incitmeyen bir medeniyetin varlığına yürekten şahit oldum. Merhamet mi başka bir şey mi ne derseniz deyin ama geçmişte bunun binlerce örneği yazılıdır.
Bugün mü?
Tabii ki her alanda olduğu gibi merhamet duygusunda da bir değişim ve dönüşüm yaşanıyor. Bırakın karıncaları insanlar kendilerine bile tahammül edemiyor. Birbirlerini hiç tanımayan kişiler, yol vermedi veya ters baktı diye katil bile olabiliyor… Sevgi ve saygı her geçen gün anlamını yitiriyor. Birden bire sinirler tavan yapıyor ve teskin olduğumuzda keskin sirkenin küpünün verdiği zarar telafi edilemiyor. Tahammül mülkü viran oluyor. Hani şu güzel sözde olduğu gibi; “Bir koyun yüzünden beş kişiyi öldürüp barış için beş yüz koyunun kesilmesi” misali sinirlenip duruyoruz…
Hayvanlara gelince merhamet duygusu farklılaşıyor mu ne? Onlara karşı daha duyarlıyız sanki. İnsana tahammül edemeyenler veya hayvan severler, hayvanlarla yaşamaya onlarla daha çok ilgilenmeye başladı. Pandemi sürecinde bu münasebet daha da arttı. Konya’da köpeklere karşı yapılan katliam belki de bu nedenle birden bire büyük bir nefrete dönüştü. Görüntülerin ayrıntısına bakmaya tahammül edemedim. Kızım göstermeye çalıştı, uzaklaştım yanından. Gerçekten büyük bir kıyımdı. Bir köpek değil onlarca candı katledilen…
Sonra aklıma Sait Faik’in “Son Kuşlar” öyküsü geldi. Bu öyküde Konstantin adında bir zalim, kuşları “pilavlık bir lokma” olarak görüp yavaş yavaş katleder. Diğer insanlar da buna katılınca kuşlar adayı terk eder. Sait Faik de, “Bir kuş cıvıltısı duysam kanım donuyor, yüreğim atmıyor.” diyerek acısını yazılara döker. Ama bu kurgu tabii ki… Size şimdi asıl kahredici olan bir katliamdan bahsedeyim.
Gerçekten kanınız donacak, yüreğiniz yanacak ve insan olduğunuz için kahrolacaksınız!
1910 yıllardır. Avrupa’da parfüm sanayii, sokak köpeklerini katletmeye başlamıştır. Fransa’dan da bize sokak köpekleri için bir teklif gelir. Başta halk dirense de İstanbul’daki sokak köpekleri parfüm maddesi olarak kullanılmak üzere toplanmaya başlar. Köpeklerin sayısı bir müddet sonra 80 bine ulaşır. Hatta halkın bu köpekleri kurtarmaması için başlarına asker bile dikilir. Ancak Fransa’dan bir türlü cevap gelmez. Fiyatlar düştükçe düşer… Hatta bedava verilmeye bile razı olunur. Fakat Fransa anlaşmayı fesheder. 80 bin köpek de böylece Sivriada’da sahipsiz kalır. Halk başlarda yiyecek taşısa da bir müddet sonra köpekler açlık çekmeye ve yavaş yavaş açlıktan ölmeye başlarlar. Binlerce köpeğin feryadı günlerce İstanbul semalarında yankılanır. 80 bin köpek böylece insanoğlu eliyle katledilmiştir. (https://www.haytap.org/tr/hayirsiz-ada-ve-80-bin-kopek-katliami)
Rivayet o ki, 1912 depremi köpeklerin ahından meydana gelmiştir. Tarihte Sivriada olarak bilinen bu yer, bu yüzden Hayırsızada olarak da anılmaya başlamıştır.
Bilinmez elbet! Ancak bildiğim şu ki, her canlı insanoğlu gibi bir Can’dır.
Ve o Can’a dokunanlar elbet bir gün yanacaktır!...