Nasrettin hoca bir gün penceresinden dışarıyı seyrederken yoldan geçen bir adam seslenmiş:
-Hocam başında baklava sinisi olan bir adam geçiyor.
-Bana ne!
-Hocam tepsiyi sizin eve getiriyor.
Hoca cevabı yapıştırmış:
-O zaman sana ne!
Bu fıkradaki olay ne zaman yaşanmış veya ne zaman yazılmış, bilmiyoruz. Ancak yüzyıllar önce yazıldığını tahmin ediyoruz. Yaşanmış olması da önemli değil ama anlaşılan o ki o zamanlarda da bu tür sorunlar varmış. Varmış ki türetilmiş veya nakledilmiş.
Gelişmiş toplumlarda bu gibi sorunların yaşandığını düşünmüyorum. Çünkü onlar ne kendilerini alakadar etmeyen şeylere karışır ne de gündemlerine alırlar. Genellikle duygusallıktan uzak bir şekilde kendi yaşamlarına odaklanma ve güzel yaşama derdindeler. Bizde ise herkes birbirini takip edip adeta kendi hayatını yaşamayı ihmal ediyor. Mesela bazen evde bir konuşma geçiyor. Filan sanatçı böyle yapmış, gebe kalmış, şununla çıkmış… Ben de sakince "Bana ne!” diyorum. Hakikaten bize ne? Bu gibi davranışların altında bir açıdan da sanatçının kendisine duyulan aşırı hayranlık yatıyor. Tüm aşırılıklar gibi şiddetli hayranlıklar da sorunludur. Bu hayranlıklar ne zaman biter biliyor musunuz? Hayran olduğunuz kişi ile karşılaştığınızda ve o da sizi önemsemediğinde…
Yıllar önce bir büyüğümüzden şunu dinlemiştim. Aşırı hayranlık duyduğu bir ses sanatçısı yörelerine gelmiş. Bir kahvehanede otururken ona olan hayranlığını, sevgisini ifade etmiş. Beklediği karşılığı göremeyince de o sanatçıya ait onlarca plağı evden getirip onun önünde tek tek kırmış.
Bir de başka bir mesele var: "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!" sözde atasözünün yaygınlık gösterdiği toplumsal algımız... Oysa bu, İslami ve ahlâki bir söz değildir.
Halbuki sevgili peygamberimiz (sav) kötülüğü şöyle tanımlamış. "Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir."
Bu iki meseleyi bir araya getirdiğimizde "Bana ne!" sözü hakkında biri olumlu diğeri olumsuz iki tutum ve tavır ortaya çıkar:
Başkasının işine karışmak gibi bizi alakadar etmeyen meseleler söz konusu olduğunda "Bana. ne!" demek.
Buna karşılık engellemeye gücümüzün yettiği bir kötülüğe şahit olduğumuzda "Bana ne!" dememek.
İnsanlığın ve imanın ölçüsü, bize dokunmasa da bir kötülük karşısında tepki ve reaksiyon sahibi olmaktır. Çünkü bir mazluma yapılan kötülüğe gücü yeten duyarsız kalırsa o kötülüğü işleyenden ne farkı olur?
Gücümüzün yetmediği durumlarda dahi en azından kalben o tavırdan nefret etmek yükümlülüğünde olduğumuza dikkat edilecek olursa meselenin nezaketi daha iyi anlaşılır.
Rabbim bizi kötülükler karşısında alakadar ve duyarlı, bizleri alakadar etmeyen hususlar karşısında ise kayıtsız kalmasını becerebilen dengeli kimselerden eylesin!