Cumartesi günü…

Cumhuriyet caddesi mahşer kalabalığını andırıyor…

Yakınlarımdan biri alışveriş yapmak üzere kendisine eşlik etmemde ısrarlı olunca birkaç alışveriş merkezini dolaşıyoruz… Adeta iğnenin yere düşmeyeceği kalabalıktaki bir mağazada duruyoruz… Arkadaşım alışverişini yapmak üzere kıyafet seçimiyle meşgulken ben de kapıya yakın bir yerlerde durup onu bekliyorum… Bu sırada iki yabancı önümden geçip dışarı çıkacakken onlardan biri usulca bana doğru sokulup İngilizce bilip bilmediğimi yine İngilizce soruyor… “Evet, biliyorum” yanıtıyla birlikte bayağı mutlu olduklarını belirttikten hemen sonra aramızda bir sohbet başlıyor…

Onlarla karşılaşıncaya kadar rutin bir Cumartesi geçirdiğimi düşünürken, onlarla yaptığım kısa sohbet hakikaten o günün ne benim ne Vanlıların ne Türkiye’nin ne de Müslümanların rutin bir günü olmadığını hatırlatıyor…


Bana sohbet esnasında yönelttikleri soruları bir araya getirdiğimde, beni rahatsız eden şey hızla değişmekte olan insanların bu değişikliği farkında olmadan sahiplenmeleri ve değişikliği aslında kendilerinin sahip olmadığı bir gelenekle kabullenişleri oluyor… Güney Afrikalı olduğunu iddia eden iki bayan önce “Neden her taraf bugün bu kadar kalabalık?” sorusunu yöneltiyor…

Soru aslında çok masum görünüyor… Ancak devamında yöneltilen sorular bir yabancının asıl niyetini ortaya koyuyor… Ne işle meşgul olduğumu öğrendikten sonra Müslüman olup olmadığımı, bir İncil’e sahip olup olmadığımı, bir İncil hediye ettiklerinde kabul edip etmeyeceğimi sorguluyor ve bunu reddedişimle birlikte Kuran’da diğer semavi kitapların da okunması gerektiğinin söylendiğini belirtip adeta manevra yapıyorlar…

Sadece turistik amaçlarla Türkiye’de olduğunu belirten bu insanların, sempatik gibi görünerek karşılarındaki insanları etkileme ve kendilerini tanımlama ve tanıtma girişimlerinin aslında sahip oldukları gizil misyonu perdelemek için olduğu çok aşikâr… Nitekim sohbet devam ederken mağazada yanıma yaklaşan görevlilerden biri elindeki Türkçeye çevrilmiş İncil’i bana uzatıp “Onlara kabul etmediğimi söyler misiniz?” diyerek uzaklaşıyor…


Bu amaçlarla ülkemize ve şehrimize gelen insan çok… Ancak benim dikkatimi en çok cezbeden şey Cumartesi gününün her zaman bu kadar kalabalık olup olmadığını ısrarla sormaları… Malum, yaklaşan yılbaşı… Aslında bizde olmayan bir Hristiyan geleneğinin insanlarımızı hızla esir aldığı günler bu günler… İki bayanın bu kalabalığın nedenini yılbaşına bağlayıp memnun olmaları bile bizim kendimizden, kendi kimliğimizden, İslam’dan, örf ve adetlerimizden hızla uzaklaşmamıza—daha da kötüsü—onlara yakınlaşmamıza dairdir… Bu esnada sadece gezmek için Türkiye’de olduğunu belirten bayanlar mağazadan çıkmak üzereyken yine bir erkek arkadaşları İngilizce konuşabildiğimi duyunca çıkmadan bir soru yöneltiyor: “Burada tatil günleri Cumartesi Pazar mı?”, Evet dememle birlikte yüzünde sinsi bir gülümseme ile “Ben Cuma sanmıştım” ifadesinde bulunuyor… Değişimimize çok memnun oldukları suratlarından okunuyor…


Ne kadar dikkatliyiz? Hayatımızın inancımız, değerlerimiz ve kimliğimiz aksine bir rotada ilerlediğinin ne kadar farkındayız? Bu sohbete kadar bir Cumartesinin gerçekten niçin bu kadar kalabalık olduğunu hiç düşünmemiştim. Yeni yıl ile bir bağlantı kurmamıştım… İnsanlarımızın daha dikkatli, tedbirli olduklarını ve değişikliğe makul bir yönelimlerinin olduğunu sanıyordum… Hakikaten daha dikkatli olmamız gerektiği kanısındayım… Herkesin eski gelenek ve göreneklere mutlaka bir özlemi oluyor… Bu özlem yeniyi sahiplendikçe daha da derinleşiyor… Kendimize ait olmayanı kabul ettikçe kendimiz olmaktan uzaklaşıyoruz… Başkası oluyoruz… Bir başkası bizi kendisi gibi yapıyor…

Ötekileşiyoruz…


Bu yüzden, Aman dikkat! Ben dâhil hepimizin daha dikkatli olmamız ümidiyle…