Yatağını Bulan Nehir, Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Başdanışmanı Dr.Cemil Ertem Hoca tarafından kaleme alınan ve 2014 yılında Selis Kitaplar tarafından yayımlanan ekonomi-politik alanında yazılmış bir kitaptır. Hocanın akıcı bir üslupla yazdığı ve okuyucuya yakın dönem iktisat tarihinin ekonomi politiğini gözler önüne seren bu eserini anlatmaya çalışacağım.
Kitapta bu tarz bir büyüme modelinin neden ülkemiz için daha uygun olacağını ve hali hazırda uygulanmış, çok başarılı neticeler vermiş somut bir örnekle izahı yapılıyor. Güney Kore örneği…Yani teknolojiyi geliştirme, yeniden yapılandırma ve bir üst basamağa sıçrayarak ilerleme söz konusudur. Kitapta Barro’nun büyüme modeli genelleştirilmiyor bu modeli konjonktürü açıklayıcı bir model olarak ele alıyor ve Güney Kore örneği ile de somutlaştırıyor.
Kitapta da sık sık belirtildiği üzere bu çok yerinde bir tespittir. Dünya üretim merkezlerinin, arz merkezlerinin Doğu’ya kayması, teknolojinin hızla yayılan bir unsura dönüşmesi ve her ülkenin artık bu teknolojiye ulaşabilmesi, Enerji merkezleri ve Dünya Enerji Kaynaklarının Doğudan çıkacak olan yollarla Batıya taşınacak olması, kapalı ekonomik modelde yağmacı bir finans kapitalle sarmalanmış Ulus Devletlerin yerini artık yeni oluşumlara ve modellere bırakması gibi kitapta da vurgulanan bu ve benzeri sebeplerden ötürü 2008 Krizi Batının yıllardan beri devam ettirdiği sisteminin krizidir.
Kitabın dördüncü bölümü çıkış önerileri sunmaktadır. Bunu yaparken aynı zamanda problemli durumları da ortaya koymaktadır. Örneğin; özelleştirme konusu…
"Türkiye’de özelleştirme devletçi yağma ekonomisinin devamı olarak gündeme gelmiş ve bu çerçevede uygulanmıştır. Oysa dünyada, özelleştirme uygulamaları tam anlamıyla, devletçi ekonomiden çıkışın başlangıcı olarak gündeme oturmuştur. Türkiye’de özelleştirme bir mülkiyet sorunu olarak görülmüştür. Bu sorunu ulusalcı sol kesim ‘devlet mülkiyeti iyidir, özel mülkiyet kötüdür’, yerleşik noe-liberal zihniyet ise ‘devlet mülkiyeti kötü, özel mülkiyet iyi’ sığlığı çerçevesinde ele almış ve sığlıktan Türkiye zarar görmüştür ki, bunun en somut örneği Türk Telekom özelleştirmesidir.’* (sayfa 385 )
Özelleştirme konusunda kitaptaki öneri şudur : Sabit getirili yapıların yani önümüzdeki yıllar içerisinde gelirlerin azalmayacağı aksine artarak devam edeceği bilinen kamu yapılarının ‘şirket yönetimi devri’ şeklinde özelleştirilmesinin yanlış olduğu aksine bu tarz sabit getirili yapıların (örneğin, köprü ve otoyollar gibi…) özelleştirilmesinde halka arz metodunun seçilmesi ve yönetiminin ise yine devlet eliyle yapılmasının daha rasyonel ve iktisadi açıdan da anti-tekel oluşumunu engelleyeceğinden dolayı daha doğru bir model olacağını vurgulanmıştır. Özelleştirme konusunda olması gerekeni özetlersek kitapta yer aldığı şekliyle ‘’Önemli olan kamunun(devletin değil)çıkarıdır ve kamu tekelleri özel tekele devredilemez. Bunlar ancak halka arz edilip kamu yararına işletilebilir. Aslında bu bakış, yeni neo-liberal politikaların dışında bir ekonomi yoludur da‘’(sayfa391)‘’ Türkiye’nin hem sınırları hem de bölgesel ve küresel olarak, yeni bir ekonomiyi enerji gibi stratejik alanlardan başlayarak inşa ettiği ve anti-tekel rekabetçi bir piyasanın ortaya çıktığı süreçte, siz enerji ile ilgili bir toplu iğneyi bile bu süreç bitmeden özelleştiremezsiniz. İkincisi, bu süreç bitse ve doğru fiyatlama yapacak olsanız bile, bu kadar önem kazanmış ve stratejik varlıkları ancak yönetimi kamuda olmak üzere, doğrudan halka arz yöntemiyle özelleştirmeniz lazımdır.’’ ( sayfa 397 )Türkiye’deki özelleştirme uygulamaları için temel bir çerçeve belirlenmesi ihtiyacı vardır ve bu noktadaki temel kıstasta hususta şu olmalıdır; özelleştirmelerde kamu çıkarı esas alınmalı. Bu noktada yapılması gereken, doğrudan halka arz yöntemi ile özellikle karlı, stratejik kamu varlıklarının yönetiminin kamuda kalmasını sağlamak ve bu yolla hem gelir elde etmek hem de bu gelirin kamu tarafında sürekliliğini sağlamaktır. Özellikle enerji, şeker gibi tarım işletmeleri ve kamu bankaları blok olarak özelleştirilmemelidir. |