Akşam vakitleri içimdeki gurbet hissini yeniden doğurur
çocukluğumun bu tanıdık hissi
saklandığı yerden çıkıp
yeniden sarıp sarmalar beni
sanki her şey benimle ağlar gibidir
İstanbul’un üzerinden gün ışığı çekilince
hele bir de yağıyorsa yağmur
ve soğuksa hava
şehirle ben
tutsak oluruz aynı duygunun zindanında
Sanki ben garib, o garib
bakışıp dururuz öylece
renkli ışıkların gözünde
avutmak ister bizi birileri
İçlenirim, söylenirim, dertlenirim
ve bilirim ki nasıl batıyorsa güneş
bir gün ben de batacağım
şu hayat denen ufuktan
Hüzün bulutları sağanak sağanak boşalınca üstüme
bütün çoşkulardan, korkulardan kaçıp
bir sığınak arıyorum kendime
bir anne nefesi gibi
hiçbir şart olmadan kabul edileceğim
başımı kaygısızca sokacağım bir yer
İşte tam da böyle bir anda bir ses inletti
dört bir yanını koca şehrin
‘ Allah-u Ekber’ , ‘Allah-u Ekber’
başımı kaldırdığım an
tüm heybetiyle duran Süleymaniye’yi gördüm karşımda
asırlık nezaketiyle çağırıyordu beni
adımımı ona doğru atmaya başlayınca
ahşap kapılar eğiliverdi önümde
padişahlar eskiten avlu
yol oldu önüme
ve artık o kutlu an gelip de
koyduğum zaman başımı secdeye
içimi yakan o gurbet hissi
vuslata erdi, Sinan’dan kalma bir emanette
Artık ne kadar çok yarın korkum
ve ne kadar çok dün hüznüm olursa olsun
bütün çokluklardan kurtulup
muhteşem bir tekilliğin içinde buldum kendimi
İstanbul’da bir akşam vakti ,anladım
Sonu olan bir hayatın en yalın halini
ve araladım karanlığın perdesini
gördüm ardındaki saklı kalmış maviliği
Süleymaniye / İstanbul - Haziran 2015