Size ne oluyor da Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu beldeden çıkar; katından bize bir veli, bize katından yardım edecek kimseler ver!" diyen mustaz'af erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz." (Nisa/75)

Yaklaşık 10-12 gündür idraklerin dumura uğradığı, akli melekelerin işlevsiz kaldığı, eli kalem tutanların ellerinin tutmadığı, dili kelam edenin dilinin dönmediği, dehşet ötesi olaylara tanıklık ediyoruz.

Her açılan yeni kapının ardından daha kötü ne çıkabilir ki? Endişesini yaşarken bu endişeyi haklı çıkaracak manzaralara şahitlik ediyoruz. Ne Kur'an' da ne de tarihte gün yüzüne çıkmış tüm zalim diktatörleri toplasak bölsek çarpsak hepsinin toplamına fark atacak bir diktatörlük enkazı Suriye.

Bir zamanların adalet ve merhamet merkezi Biladü'ş'şam’ dan esedlerin işkencehanesi Seydnaya’ya nasıl everildiğini. Uzaktan duyup inanmakta güçlük çektiğimiz zulümlerin kamera kadrajlarıyla tescillendiğini gördük.

61 yıllık diktatöryal rejim tüm çıplaklığıyla 61 saatte gün yüzüne çıktı.

13 yıl önce son derece insani talepler ve barışçıl eylemlerle sokağa çıkan halkı; silah ve bombalarla durdurmaya çalışan esed rejimi, tuğyanını tufanla temizleyecek bir akınla karşılaşmıştı.

Tam da şimdi olduğu gibi o zaman da zelil bir şekilde kaçacak olan oğul esad, ondan daha zalim hamileri olan; İran, Rusya, Çin, Hizbulşia, PKK ve PYD çıktılar piyasaya.

Şeytanın vücut bulmuş halleri olan bu yapılar tüm şeytani planlarını devreye soktular. Sadece bir halkın meşru haklarını vermemek ve kendi hegemonyalarını sağlamlaştırmak adına. Düşünün başka topraklarda bu zulme ortak olanlar kendi hegemonyal sistemlerinde ne zulümler işliyorlardır. İran, Lübnan Suud, Çin Rusya ve diğerleri. Şuna emin olalım ki; onların zulmettiği mazlumlar adına ayağa kalkmadıkça vebalimiz daha da artacak.

Nisa 75'te Rabbimizin mazlum halkın dışındakilere yüklediği sorumluluğu yarım asırdan fazladır üstlenmeyen insanlık, şunu gördü: Yerin yedi kat dibinde yaşam desen yaşam değil, ölüm desen hiç değil bir hâle mecbur bırakılan; sesleri, nefesleri, çığlıkları, acıları beton duvarlara ve betondan daha sert kulaklara çarparak geri gelirken o haykırışları tüm sahipsizlerin tek sahibi tek şahidi olan, yedi kat göklerin Rabbi, ebabillerini göndererek duyurdu dünyanın öteki yakasına.

Karanlık hücrelere deklanşör ışığı vurdukça; her acının ve çaresizliğin ötekini bastırdığı, hiçbir sözlükte karşılığı olmayan gerçeklerle yüz yüze geldik. 70'li yıllardan beri İhvan üyesi olduğu için tutuklanan mı dersin? Baba esedin öldüğünden bile haberi olmayan mı? Cep telefonunu ilk defa gören mi istersin? İçerideyken birçok çocuk doğurduğu halde hiçbirinin babasını bilmeyen mi? Hama’yı bombalamayı reddedip 43 yıldır içeride olandan tutun sırf aktivist olduğu için işkence sonucu öldürülen mi? Öyle bir zulüm ki, haftanın belli günlerini rutin idam günleri ilan etmiş. Katlettiği insanları fazla yer kaplamasınlar diye pres makinelerde ezmiş. Nice âlimler nice yazarlar nice canlar bu zulmün altında inleye inleye hayatını kaybetmiş. Bunlara şahitlik etmelerine rağmen hala “ne var bunda bizim cezaevleri de öyle “ diyecek kadar vicdan yoksunu klavye “delikanlıları “var sürüyle.

Binlerce kayıptan söz ediliyor. Kalanların bir kısmı da akli melekelerini yitirmiş durumda. Bundan sonra her birinin acı hikayesini istemesek de duymaya devam edeceğiz. Bu yapılanları yaşamak düşüncesi bile karabasan gibi çöktü üstümüze değil mi? İşte bu ihtimale karşı canını, ailesini ve ölümü göze alarak hicret eden Suriyeli muhacirler, Allah'ın arzının geniş olduğuna güvenip çıktılar yola ama o geniş arzı birileri çoktan tekeline almıştı. O birileri onları birer insan olarak değil sayı olarak gördü önceleri. Sonra ucuz iş gücü olarak kullandı. Vatandaşlık hakları olan birine yaptıramayacakları ne kadar ağır iş varsa yarı fiyatına yaptırdılar muhacirlere.

Derme çatma ve evden bozma barakaları villa fiyatına kiraya verdi nicesi, kendileri sütten çıkma ak kaşıkmış gibi tüm suçları yükleyecek günah keçisi hazırdı onlar için. Mülteciler.

Ne işleri var burada gidip savaşsınlar diye hönkürenler oldu, sanki çok adil ve güç dengesinin olduğu bir yerde savaştan kaçmışlar gibi. Oysaki biraz anlamaya çalışsalar baas rejiminin insanların çoğuna kimlik bile vermediğini, STK, dernek, vakıf, sendika gibi sivil yapılanmaların onlar için hayal olduğunu göreceklerdi.

Muntakim olan bir Rabb’e iman edenler şunu bilirler ki herkesin hesap vereceği tek bir hayatı vardır ve zalimlerden asıl İntikamı O alacaktır.  61 yıllık rejim çöktü. Bu çöküş nice oyun kurucularının planlarını alt üst etti. Şam, öz çocuklarının hakimiyetine geçer geçmez 2 milyon muhacir dönüş yoluna girdi bile. Birileri ucuz işçiyi nereden bulacağının telaşına düşerken öbürü kiracı bulma derdine düştü. Kimisinin bütün bu yaşananların tiyatro olduğunu söyleyecek kadar vicdanı taşlaşmıştı. Kimisi bu ayağa kalkmayı Müslümanlara yakıştırmadığı için paranoyakça öküz altında buzağı aramaktaydı. Başka bir tayfanın aklı fikri ise ırkından dolayı sadece Kürtler olmuştu. Ne önemi vardı ki ırkdaşı olmayanların. Oysa bir bilse esedin Kürtlere de düşmanlık ettiğini, onlara kimlik dahi vermediğini. Bilse ki Kürtçü terörist gruplara can hıraş sarıldığını, onları birer tampon olarak kullandığını ama tabii bunları görmek için feraset sahibi olmak gerektiğini de bilmek gerekirdi.

Ne sözde kadın hakları savunucuları ses çıkardı ne evrensel insan hakları beyannamesi girdi devreye ne çocuk istismarı var diye bas bas bağıranlar vardı piyasada ne çevreciler ne hayvan hakları maskesini takmış esedseverler ne de güya ağaç için aylarca ortalığı savaş alanına çeviren sanatçı tayfa vardı. Peki neden?

Çünkü İslam’ın kokusu, Müslümanın adı vardı ortada.

Velhâsıl, kötü örneklere rağmen safını her zaman mazlumdan yana, zalime karşı belirleyenleri de gördü basiret sahibi olanlar. İşte bu sebeple çoğu muhacir dönüş yolunda minnet ve şükranlarını sundu, kardeşliğin en görünür haliyle. Artık Suriye, Suriyelilere emanet. Her yönetim gibi onların da hataları yanlışları olacaktır elbette lakin hem maddi hem manevi böyle bir enkazdan çıkmak da o enkazı kaldırmak da kolay iş değil.

 Bize düşen şey onların bu süreçten daha güçlü, daha adil ve daha merhamet odaklı bir sistem kurarak yeniden ayağa kalkmaları için fiili ve kavli dualarımızı eksik etmemek. Gerisini yaşarsak göreceğiz inşallah.

Umud edelim ki;

Filistin'in özgürlüğüne giden yol, Halep'ten ve Şam’dan geçsin. Artık emperyalist diktatörlerin değil Müslümanların oyun kurucu olduğu bir dünyaya şahitlik edelim. Vesselam.