“Ben bir dönem de Gaziantep milletvekilliği yaptım. Gaziantep’te Sanayi Odası, Ticaret odası, ilin bakanı, ilin milletvekilleri, büyükşehir belediye başkanı, ilçe belediye başkanları, borsası, esnaf ve sanatkârı, Gaziantep ve Gaziantep’in menfaati söz konusu olduğu zaman sağ, sol demez, yan, kenar demez hepsi yürek birliği yapar ve bunu da koparırlar. Bu Van’da niye olmasın? Gaziantep’in başardığını Van niye başarmasın?”

Söylememe gerek yok herhâlde. Yukarıdaki sözlerin bir dönemin Van milletvekili Hüseyin Çelik’e ait olabileceğini çok rahat tahmin etmişsinizdir. Çelik “Van niye başarmasın?” diye sormuş ben cevap vereyim: Başarmaz sayın bakanım Van başarmaz! Bizde Van’ı Gaziantep’e benzetip ‘Vantep’ benzetmesi olur… Gaziantepli bir yöneticinin gelip Van’da ‘ağa, paşa’ ilan edilmesi olur… Van’a has olanı varken Gaziantep’ten olanı hep ilk tercih olur… Olur da olur… Ama Van bir Gaziantep olmaz, Vanlı Gaziantep gibi bir olamaz… Aslında bunu siz de biliyorsunuz biz de…

***

Sanırım kenti yönetme noktasında Vanlı bir isim olması bizde alerjik bir reaksiyon oluşturuyor! Tecrübe ile sabit! Girizgahı yaptığımız Hüseyin Çelik bu kentin Milli Eğitim Bakanı, Kültür Bakanı iken en çok biz hırpaladık, biz yıprattık. Neden? Çünkü biz hep bir abimiz olsun ama bizden birisi olmasın diyenlerden olduk. Öteden beri… Biz istedik de devletimiz/hükümetlerimiz bize abiler, ağalar, paşalar göndermez mi? Bolca gönderdiler. Üstelik bu öyle cazip bir hale geldi ki, biz “Yağdır mevlam” dedik. Devleti, hükümeti, muhalefeti kim varsa bu isteğimize kulak verip son yıllarda bize bolca ‘ithal’ vekil gönderdi. Adamlar ne yapsın: Arz-talep meselesi bu canım!

***

Daha önce de yazmıştım. Bizim geçmişten bu yana bir abi/ağabey arayışımız var. Geçmiş derken öyle üç beş yılı kastetmiyorum ha! Ta Osmanlı’dan beridir… İlgilisi Şehrivan Arşivlerindeki ‘Kürtlerin Yönetim Sorunu’ adlı yazımdan okuyabilir. Ama üşenenler için şöyle özetleyeyim: Osmanlı’nın bu topraklarda bir dönem Kürtlerin yardımıyla aştığı Alevi Safavi meselesinin çözümünde Kürtler rol almış. Bu süreçte aralarında Van’dan Kürt beyliklerinde olduğu beyliklerden aralarından bir ‘beylerbeyi’ seçmesini ve sürecin bu şekilde yürümesini istemiş. Ama Vanlı bu ya ‘paşa’ sevdası o zamandan var. “Bu bizim işimiz değildir, azametlim. İyisi mi siz bize paşa gönderin” deyip bu teklifi reddetmiş. Sonra bir paşa gelip önümüze geçip Kürtleri arkasına alıp Alevi Safavileri bölgeden silmiş. Bir paşa gelmeseydi de olur muydu? Bilmiyorum ama, “Paşamız olmadan asla” diyen beylikler bu işi yine ‘ithal’ bir paşa ile nihayete erdirmiş.

***

Şu abi meselesine farklı bir perspektif ile bakalım isterseniz… Geçtiğimiz hafta sonu tüm haber bültenlerinde, televizyon bir Van rüzgârı esti. 2017 yılında cazibe merkezleri kapsamında yapılıp kente kazandırılan Tekstilkent bir anda gündeme bomba gibi düştü. Canlı yayınlarda gümbür gümbür Türkiye’nin/Van’ın yeni üretim üssü olarak Van Tekstilkent paylaşıldı. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank kendi twitter hesabından bu üretim üssünden görüntüler paylaştı. Birkaç yıl içinde binlerce kişiye istihdam kapısı olan, yetmeyince Van’da ikinci etabı başlanılan Tekstilkent’ten övgüyle bahsetti. DAKA’nın şu anki genel sekreteri İbrahim Güray’ı ekranlarda bu yatırımı anlatırken hepimiz gururlandık. Şüphesiz mevcut genel sekreter Güray’ın, önceki dönem genel sekreteri Emin Yaşar Demirci’nin ve birçok ismin büyük emeği var bu işte. Kamuoyunda emeklerların bir kısmı anıldı, bu yatırım vesilesiyle birçok kesim övüldü, anıldı. Yatırımın hayata geçmesinde ve işin mimarlığı noktasında hükümetin, dönemin valisinin, hükümetin hakkı verilirken, Sezar’ın hakkı yine Sezar’a verilmedi. O dönem Tekstil Kent için gövdesini ortaya koyan Van Milletvekili Burhan Kayatürk’ten çok az kişi söz etti. Heyhat…

***

O yatırımın ilk yapılacağı ve hayata geçtiği dönemi hatırlar mısınız? O dönem Tekstilkent için “O yatırım bu kente gelecek” deyip bu işe yıllarını veren Kayatürk nasıl da hedefe alınmıştı! “Van’da tekstil yatırımı mı olurmuş?” diyenler Kayatürk’ün göle maya çaldığını söyledi durmuş, alay etmişti! Neden? Çünkü bu işi bir Vanlı istemiş, gündeme getirmiş ve yapmıştı! Oysa Vanlı Burhan Kayatürk değil Ankaralı Burhan Kayatürk yapmış olsaydı ne kıymet kopardı ama(!)

***

Biz Vanlı olan Burhan Kayatürk’e dönelim. Kayatürk, Hüseyin Çelik’ten sonra hükümetin iki dönem üst üste kenti temsilen gönderdiği, resmen söylemese de resen ‘abi’ olma çabasında gönderdiği, Van’da bir şeyler denediği bir isimdi. Peki kimdi bu Kayatürk? Sıfırdan zirveye çıkmış, eğitimse iyi mektepler okumuş, yurt dışı görmüş, siyasetin merkezinde yetişmiş, siyaset akademisi gibi bir programın başında görev alıp Ankara’da milletvekilliği yapmış bir isimdi. Vanlı olmasa tam anlamıyla Van’a gönderilebilecek türden bir ‘ağabey’ idi. Ama Vanlı olunca işler değişiyor tabi. Hele bir de hem Vanlı olacak hem de işleri nalıncı keseri gibi kendine yontmayacak, kente yatırım ile dertlenecek, çalışacak, çabalayacak! Olacak şey mi yahu! Ayıbediyorsunuz…

***

Burhan Kayatürk varlıklı bir iş insanı. Dedim ya sıfırdan zirveyi görmüş. Türkiye’deki yatırımlarını bırakın birçok ülkede yatırımı olan bir insan. Birçok siyasetçinin aksine parayı görüp feleğini şaşırtacak bir durumu yoktu, vekil olmadan yeterince görmüştü zaten. İki dönem vekillik yaptı, öncesinde de Ankara vekiliydi, kafası rahattı. Bu süreçte Ankara’da olmadığı gibi Van’da da onun ihale işleri ile hemhal olduğunu, iş aldığını, kendine çalıştığını söylemeyiz. Bu büyük haksızlık olur! Hatta bu nedenle çoğu (kendi camiasından) siyasetçinin hedefinde oldu, hep sitem edilen, şikâyet edilen, raporlar yazılan, istenmeyen kişi ilan edilmeye çalışılan bir vekil oldu. İşin ehli bir siyasetçiydi. Her dönem bakanlıkta adı geçti. Kalkınma Bakanlığı gibi farklı bir iki bakanlıkta adı en güçlü isim olarak yazılıp çizildi ama onun bakan olması meselesinde en çok taş koyan kent biz olunca, Ankara hep “Canıma minnet” çekti. Adamların umurunda mı sanki?

***

“Bize Vanlı gitmez” dedik ya. Kayatürk’ü iki dönem içerisinde saçlarına aklar düşürüp ‘dert tasa’ içinde Ankara’ya gönderdik. Farklı partilerden Vanlı olmayan isimlere Temsiliyet verdik. Listelerimizdeki Vanlı olmayan temsilcilerimizin sayısını artırdık. Kendisi buradayken DAKA desteği ile Van Fuar Kongre Merkezi, Van Tekstilkent gerçek oldu. Van Lojistik Merkezi, Van Disneyland, Nevruz Efsaneler Ülkesi, Van Sahil Yolu gibi birçok yatırımı konuşurken o gittikten sonraki süreçte bu tarzda büyük yatırımlara benzer tek bir proje bile görmedik. Kayatürk Van’dan giderek bir şey kaybetmedi. Ekonomik olarak belki daha çok kazandı. İşi gücüyle daha çok ilgilendi. Halihazırda da Ankara’da parti merkezinde bir görevi var. İddia ediyorum burada olduğundan kat be kat daha huzurludur orada. Haliyle o kaybetmedi. Ama biz çok şey kaybettik. Kayatürk’ün vekillik görevinin sona ermesinden sonra… Van’a gelmesi an meselesi olan Sütaş’ın dev fabrikası Bingöl’e taşındı. Van’a gelmek için hazırlık yapan uluslararası yatırımcılar yatırımları Batı’ya kaydırdı. Dev Holdingler otel, AVM projelerini Erzurum’a, dünya devi tekstil üreticileri başka kentlere yatırım yaptı. Bunlar kendisinin bizatihi süreçlerini takip ettiği, mücadelesini verdiği yatırımlardı. Ve biz tam 10 yıldır Çevre Yolu’nin bitmesi konusunda dışardan gelen bir ağabeyin insaf edip bu işi bitirmesini bekliyoruz.

Godot’yu bekler gibi…

***

“Niyet hayır olunca, akıbet de hayır oluyor.” derler ya! Biz işin niyetinde kalmıyor hem niyetinde hem uygulamasında hem de nihayetinde hep yanlış yapıyoruz, akamete uğratıyoruz. Niyeti yanlış getirmekle yetinmeyip olmadık insanlardan medet ummuyoruz. Tam da son yıllarda yaşadığımız bu kayıp yılları konuştuğumuz sohbetlerimizden birinde Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı (DAKA) Programlama ve Koordinasyon Birim Başkanı, kıymetliği ağabeyim Mehmet Emin Çakay, bu ahval-ü-şerait için şöyle bir cümle kullandı: “Kem âlât ile kemâlât olmaz.” Sonra, “Gazete başlıklarınızda çok yapıyorsunuz, sen seversin böyle kullanımları” deyip ben sormadan anlamını açıkladı: “Sıradan aletlerle mükemmellik yakalanmaz.” Daha da detaylandırarak şöyle bir anlama bağladı: “Bu haliyle sadece vasat yüceltilir, vasat bir hal içerisinde de yerinden saymaktan öteye gidilmez.” Kitabın ortasından konuşmak dedikleri bu olsa gerek! Uzunca bir süredir biz bu kentte kem alatlar ile ‘kemalat’lar kazanmaya çalışıyoruz! Geçeceğiz onu… Çünkü biz bu ‘kemalatı’ olmayacak isimler ile yapmaya çalışıyoruz. Sayıyor muyuz yerimizde?

Sayıyoruz elhamdülillah(!)

***

Yazıyı Van’a dair bir çalışma ile noktalayayım. Emre Karaduman kardeşim. ‘Van’ın markalaş(ama)ması’ üzerine bir tez hazırlamış. Bizim on yıllardır dost meclislerinde konuşa konuşa bitiremediğimiz Van’ın bir türlü şehir olamamasını her yönüyle ele almış. Geçen hafta manşete taşıdık o tezi. Tezi detayları ile konuşup onunla birlikte “Van’ın bir anayasaya ihtiyacı var” şeklinde bir kanaate vardık. Tezin konusu markalaşamama dedim ya markalaşma işin bahanesi tabi. Bizim şu bir türlü yapamadığımız helva var ya helva. İşte o helvanın bir türlü niye yapılmadığını net bir şekilde anlatıyor Karaduman. Öyle bol keseden falan da sallamamış ha! Yine biz Vanlılar ile konuşup Vanlılar’ın verdiği cevaplar üzerinden gayri resmi konuşmalarımızı resmi bir hüviyete kavuşturmuş. O yüzlerce sayfa yazmış ama en nihayetinde vardığımız kanaat şu oldu: Van’ın marka şehir olabilmesi için önce bir ‘Şehir’ olması gerekiyor. Olduk mu?

Olamadık elhamdülillah(!)