Garip bir memleket olduğumuzu artık hepimiz biliyoruz.

Normalliği az, anormallikleri üst seviyede yaşayan bir kent olduğumuz konusunda sanırım hepimiz hemfikiriz.

Bunun için o kadar çok sebebimiz var ki.

Sadece bu köşede ele alınan onlarca konu başta olmak üzere, bu kente dair yazılanların çizilenler bunu destekler nitelikte…

Mesela mı?

Kapıköy meselemiz bu anormalliklerden bir tanesi.

Tıpkı Çevre Yolu meselesi gibi, otogar gibi, sahil yolu gibi, tramvay gibi…

Gibi de gibi.

Niye anormal biliyor musunuz?

Konuşulma, tartışılma hususunda neredeyse hepsi onlarca yıllık meseleler çünkü.

Ve birçoğu var ile yok arasında.

Hiç vakit kaybetmeyelim.

Kapıköy meselesine değinelim.

Kapıköy’ün açılması meselesi her ne kadar pandemi sürecinde tartışılsa da aslında bu durum sınır kapısının onlarca yıllık kaderi biliyor musunuz?

Geçen 20-30 yıllık zaman dilimi içerisinde Kapıköy belki onlarca kez “Açılıyor”, “Açıldı”, “Açılacak” yönünde gidişler gelişler yaşanmıştı.

Ne açıldığı belli olmuş, ne açılmadığı.

Hep konuşulmuş, hep gündemde kalmış ama hiçbir zaman taşıdığı o ağırlığı kentte hissettiren, katkıya dönüştüren hale bürünmemiş.

Ta ki son yıllara kadar.

Birkaç yıl önce modernize edilip gerçek manada açılana kadar aslında Kapıköy hiçbir zaman istediğimiz gibi bir kapı değildi.

Oldu dediğimizde de olmadı.

Tam oldu dedik.

Eksiklerle başladı.

“Sınır kapısı dediğin 7/24 olmalı” tartışmalarının gölgesinde tam teşekküllü bir kapı olmayı beklerken pandemi geldi çattı.

Koronavirüs pandemisi nedeniyle 14 ay kapalı kaldı.

Açıldı ama tek taraflı kaldı.
İran açmayınca açılmasının bir anlamı olmadı.

Sonra yine araya aylar girdi.

Geçtiğimiz günlerde tam açıldı, sevinç yaşadık.

Garip bir şekilde bu kez de İranlılar’ın tam haberdar olmadığı, geçişlerin sadece yaya geçişleri ile olduğu, transit geçişin Ocak-Şubat’ı bulabileceği gibi türlü türlü detaylar geldi.

Yani anlayacağınız sevincimiz hep kursakta kalıyor.

İşlerimiz bir türlü nihayete ermiyor.

Bitmiyor.

Defterler kapanmıyor.
Gündemden çıkaramıyor, “Bu mesele tamam” deyip bir diğerine geçemiyoruz.

Tıpkı Çevre Yolu gibi.

Bitmiyor.

Bitmediği için de o mesele yeni meseleler doğuruyor.

Trafik rahatlamıyor, kent felç halinden kurtulamıyor, işler karmaşıklaşmaya devam ediyor.

Çevre Yolu’nda da ilk etap bitiyor seviniyoruz, bir bakıyoruz ikinci etap meselesi çıkıyor.

“Oldu bitti” diyoruz bir bakıyoruz diğer etabın imar meselesi başladı.

Yani anlayacağınız tam 10 yılı aşkın bir süredir “Artık bitsin” diye beklediğimiz bu mesele de hiç bitmeyen projeler/çalışmalar arasında adından sıksa söz ettiriyor.

Tek bunlar mı?

Otogar da öyle.

Yıllardır dile getirilir.
Van’ı yakışmadığı söylenir.

Her dönemin konusudur.

Ne gariptir yıkıp yerini yapmak yerine her iki üç yılda bir inada girer gibi yenilenir, onarılır, restore edilir ama bir türlü yenisi yapılmaz.

Çünkü Van’ın sinirlerini bozmak için bunun gibi işlere ihtiyaç vardır.

Yenisini yapıp defteri kapatmak yerine her dönem otogar tartışılmalıdır.

Zorunluluk gibi…

İhtiyaç gibi…

Kentin kaderine yazılmış gibi döne dolaşan konuştuğumuz bu konuların ardı arkası gelmiyor.

Yapamıyoruz.

Bir kurtulsak oysa.

Gerçekten bir kent olacağız.

Büyümeyi, gelişmeyi, kalkınmayı ön göreceğiz.

Sadece biz değil, çalışanlar, yöneticiler, üretenler de görecek.

İşte o zaman kent olmaya başlayacak, büyük bir kent olmayı düşünebileceğiz.

Ama kusura bakmayalım heybemizde bu küçük nüanslar, bu bitmeyen işler, bu sonu gelmeyen çalışmalar oldukça biz gerçek manada büyükşehir olduğumuzu iddia edip bir büyükşehir gibi yaşayamayacağız.

Olmadığımız için de dikkat edin meselelerimiz de kavgalarımız da hep küçük.

Küçük meseleler, küçük kavgalar derken büyük fotoğraf aradan kaçıyor.

O kaçıyor, biz kovalamıyoruz.

Sadece konuşuyoruz.

Konuştuğumuzla kalıyoruz.

Büyükşehir olmak bu değil.

Büyükşehir olmanın yolu da bu değil.

Umarım doğru yolu buluruz bir gün.

Çünkü bu Van büyük bir şehir değil.

İster kabul edelim.

İster etmeyelim.