Bir zamanlar geçimsiz, huysuz ve pinti bir ihtiyar varmış ve bu ihtiyarın mesleği de öğretmenlikmiş. O zamanlar emeklilik olmadığı için ihtiyar öğretmen o yaşına rağmen ders vererek hayatını sürdürürmüş. İhtiyar kazandığı parayı altına çevirir ve avluda ki dut ağacının altına gömermiş. Bunların yanında ihtiyar öğretmenin en önemli sorunlarından biri de hiç gülmemesiymiş. Ona göre insan her daim ciddi olmalı hatta eğer öğretmen ise her saniyesini ciddiyetle geçirmeliymiş. Tabi, yıllar geçtikçe ihtiyar öğretmen daha da kocamış ve bu ciddiyeti ile cimriliği dayanılmaz hale gelmiş. Aslında bu durumdan kendisi de pek memnun değilmiş. Suratının ciddi duruş nedeniyle aldığı şekil de iyice kötüleşmiş, bu da ihtiyarı üzüyormuş. Oda öteki insanlar gibi gülmek neşelenmek istermiş, çoluk çocuğunun yanında değil de yalnız kalınca aynanın karşısına geçer, gülmeye çalışırmış. Ağzını burnunu yamultur, bir komik adam olur çıkarmış. Yıllar yılı bilmediğinden unutmuş gülmesini.
Zamanla ihtiyar öğretmenin gülme arzusu dayanılamayacak boyuta ulaşmış ve bu dertten yataklara düşmüş. Bu durumdan dolayı üzülen çocukları babaları için önce doktorları getirmişler fakat faydalı olmadıkları için çareyi hokkabazları, palyaçoları eve getirmekte aramışlar. Ama bu kadar çabaya rağmen değil babalarının gülmesine vesile olmak babalarının sinirli ve daha da ciddi haliyle karşılaşmışlar. Bu durumlardan pek haz alamayan ihtiyar öğretmen, Benim derdimin devası bu ellerde değil diyerek, gülüş aramak, gülüş satın almak için yollara düşmeye karar vermiş. Uzun yollar geçeceğinden ayağına demirden bir çarık yaptırmış. Meşe sopasından bastona dayanmış, gülüşü bana parasız vermezler diye düşünerek avludaki dut ağacının altında gömülü altınları bir torbaya doldurmuş torbayı sırtına vurup, çoluğu çocuğuyla vedalaştıktan sonra düşmüş yollara.
‘’Gülüş satın alırım, gülüş satın alırım, yok mu bana gülüş satacak biri?’’ Diye diye yolları tutup, dağları aşıp, dereleri geçmiş. İhtiyar öğretmen, yolda sokakta böyle bağırdıkça duyanlar katıla katıla gülermiş. Kalabalık yerlere de gidermiş bizim ihtiyar, vardığı köylerde kahveye girer, o asık suratıyla selam verip bir köşeye otururmuş, ne ki yüzü gülmediği için kimse yanına gitmez, hoş geldin arkadaş demezmiş. Bu kez o oradaki insanların yanına gider, o asık yüzüyle derdini anlatmaya çalışırmış. Ama yüzü hiç gülmediğinden hiç kimse onu can kulağıyla dinlemezmiş. Dinler gibi yaparlarmış, sonra da hadi bize eyvallah deyip evlerine giderlermiş. Ona acıyıp dinleyen ve derdine çare bulmaya çalışanlar da ‘’ Hadi önce pazarlık yapalım, kaç para istersin?’’ Dediği için onlar da oradan uzaklaşırlarmış.
Günler, aylar, yıllar geçmiş fakat ihtiyar öğretmen derdine bir çare bulamamış. Mecbur artık gersin geriye kendi köyünün yolunu tutmuş. Köye iyice yaklaştığında, bakmış ki bir sirk kurulu. Kocaman çadırın önünden geçip giderken, sirkin palyaçosu bizim ihtiyarı görmüş, bakmış bir ihtiyar adam sırtında torbasıyla yorgun argın ve kaşları çatılı yürüyor, ihtiyarla bir konuşayım diye düşünmüş; ”Amca yorgun görünüyorsun, gel biraz otur dinlen” demiş. Bizim ihtiyar şöyle bir yüzüne bakmış palyaçonun, ”Ben sizin gibi ciddi olmayan insanlarla konuşmam” demiş. Palyaço şaşırmış halde ”Benim ciddi olmadığımı nereden biliyorsun” demiş ihtiyara. İhtiyar da ”Gülmenden” demiş. Kızmamış palyaço, ”Gel otur bir soluklan, yorgun görünüyorsun”. Bizim ihtiyar da yorulduğundan çok fazla itiraz etmeden palyaço çadırın önüne oturmuş.
Palyaço sormuş, ”Amca Çok dertli görünüyorsun derdin nedir”. ”Sorma derdimin dermanı yok ” demiş palyaçoya ve başından geçenleri bir bir anlatmış. Palyaço gülmeye başlamış, bir yandan güler, bir yandan da ihtiyarın derdinin devasını düşünürmüş. Kızmış ihtiyar ”Bire densiz! Sana ciddi ciddi bir şey anlattım ciddiyetle dinlesene”. ”Amca” demiş palyaço, ”Gülmenin ciddiyetsizlik olduğu nerede yazılı insan gülerek de ciddi olamaz mı? Bak sen gülüş satın almak için yollara düşmüşsün, demek ki ciddi bir iş gülmek”.
İhtiyar öğretmen, palyaçoya kızacakken bu soytarının söylediklerini yabana atmamalı deyip, onu can kulağıyla dinlemeye başlamış. Palyaço sürdürmüş konuşmasını ”Sen gülemiyorum diyorsun, hiç olmazsa ağlaya biliyor musun?”. ”Erkek adam ağlar mı hiç” demiş bizim ihtiyar. ”Ağlamadan gülmek olmaz ki ” demiş palyaço, ”Üstelik her insan ağlar, ağlamak çok insanca bir duygudur, tıpkı gülmek gibi” Sonra uzun uzun düşünmüş palyaço. ”Bak amca, bunca yıl dolaşmışsın satın alacak gülüş bulamamışsın, var git evine, ağla derdine, sonra da bak çevrene demiş”. Palyaçonun söylediklerine anlam veremeyen ihtiyar öğretmen evinin yolunu tutmuş.
Evine varınca çoluğunu çocuğunu bekler bulmuş. Ne oldu, buldun mu gülüş? Diye sormuşlar. O da başlamış başından geçenleri anlatmaya, anlattıkça kederlenmiş, kederlendikçe de ağlamış, ağladıkça ağlayası gelmiş iyice bir ağlamış. Sonra palyaçonun dediği gibi çevresine bakmaya başlamış, ilk kez böylesine gören gözlerle bakıyormuş çevresine. Bakmış parası var, çoluğu çocuğu var, oturacak evi var, kendini seven bir karısı var, afacan da olsalar gülüp oynayan öğrencileri var, dünya güzel. Ben demiş niye ağlıyorum ki; başlamış kendi durumuna gülmeye, güldükçe gülesi gelmiş, güldükçe gülesi gelmiş.
İhtiyarın aklına hemen palyaço gelmiş. Aman ben bu gülüşü o palyaço borçluyum, varayım yanına borcumu ödeyeyim demiş. Varmış ki palyaço çadırının önünde oturuyormuş hala, ihtiyar ”Arkadaş” demiş palyaçoya, ”Senin söylediklerin doğru, ben senin sayende güldüm ve sana borcumu ödemeye geldim. Söyle bakalım kaç para”. Katıla katıla gülmüş palyaço, ”Neden gülüyorsun palyaço arkadaş” diye sormuş ihtiyar. Palyaço da ”Sen de beni güldürdün ya” demiş, ”Ödeştik” Sonra da gülümseyerek şunları eklemiş ”Gülmek parayla satın alınamayacak ender duygulardan biridir”.
Evet, ihtiyar meslektaşımın öncesini ve sonrasını dinledik-izledik. Bu hikaye her birimize farklı dersler vermiştir ama asıl bize düşen şu anda şahit olduğumuz olayların ciddiyetini kaybetmeden ömrümüzü ilk anından son anına kadar hep gülüşlerle doldurmaktır. Bol gülüşleriniz olsun.
Ercüment ZÜNGÜR