Elmalar, ayvalar, portakallar hep birlikte kendilerine saldıran frenküzümlerine karşı hep birlikte savaşmışlar. Frenküzümleri hedefine varamayacağını anlayınca çekip gitmişler. Sonra Portakaliye diye bir devlet kurulmuş, portakallar demişler ki:
“Madde 88:
- f1 Portakaliye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Portakal) ıtlak olunur.
f2. Portakaliye veya hariçte bir Portakal babanın sulbünden doğan veyahut Portakaliye'de mütemekkin bir ecnebi babanın sulbünden Portakaliye'de doğup da memleket dâhilinde ikamet ve sinni rüşte vusulünde resmen Portakal olmayı ihtiyar eden veyahut Vatandaşlık Kanunu mucibince Portakallığa kabul olunan herkes Portakaldır. Portakal sıfatı kanunen muayyen olan ahvalde izale edilir.”
Bu tanım pek fazla değişikliğe uğramadan, bir zaman sonra şu hale gelmiş;
Madde:66: "Portakal Devletine (Portakaliye değil dikkat) vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Portakaldır."
Sonra Portakallar bu tanımın veciz sözü olan ve aslında zaten 'söylemekle de portakal olunabileceğine güzel bir gönderme yapan' "Ne mutlu portakalım diyene" sözünü evirmişler çevirmişler; hani elmalara nazire yaparcasına; özellikle de elmaların çok olduğu yerlere 'hatırlatma maksadıyla', dağa taşa; 'Ne mutlu portakalım diyene' yazmışlar.
Eh tabi, ara sıra başta Elmalar olmak üzere diğer meyveler de ara sıra kalkıp; yahu biz elmayız, şu portakal kardeşler hepimize 'meyve' demek yerine illa da portakalız diyorlar. Yani biz elmayız ama üst kimliğimiz portakal. Ya da biz portakalız ama elma kökenliyiz.
Bazı portakallar işi daha da ilerletip; "Elma diye bir şey yoktur. Portakallar kışın kart kurt sesleri ile yendiği için Elma denmiştir. Elmaca diye bir dil de yoktur. Portakalcadan türemiştir. " demişler.
Tabii yanlız elmalar değilmiş mağdur. Üzümler de varmış. Üzümlerle portakallar arasındaki eski ihtilaflar yüzünden, üzüm düşmanlığı da almış başını gitmiş. Portakallardan bazıları kızdığı kişilere;'üzüm dölü', 'üzümden dönme' demiş.
Bu; alt kimliğim elma, üst kimliğim portakal meseleleri sürmüş gitmiş. Çok ağaç kurumuş, çok bahçe viran olmuş. Sonra akıl galip gelmiş ve bu savaşa son verelim demişler; artık kimsenin küsmeyeceği tanımlarla bir arada yaşayalım demişler.
Elmalarla, portakalların serbestçe konuşabildiği 'kürsü dokunulmazlığı' olan bir bahçede; portakalın biri kalkıp demiş;
"Portakal ulusuyla Elma milliyetini eşit, eş değerde gördüremezsiniz".
ESKİ PARADİGMALARI DEĞİŞTİRMEK ELBETTE KOLAY DEĞİLDİR
Birgül Ayman Güler'in meclis kürsüsünden tekrar getirdiği 'eski defterlerin açılması bir yerde isabet olmuştur. Ulus, millet, Türk ve Kürt kavramları hep anlaşılmaz bir denklemin içinde her kesimin kendine göre yorumladığı bir kavram olarak var olageldi. Hukuki, akademik, sosyolojik anlamları ne olursa olsun, 'havasın' eğirip büktüğü 'mantık oyunları' ile açıklamaya çalıştığı bu kavramları, aslında bu kavramların sahibi olan halk (havasın deyimiyle sıradan halk) hep berrak şekilde anladı. Yani bir kişi ya Türk'tü ya Kürt. Türk Kürdü, Kürt kökenli Türk, Kürtçe yerine Dağ Türkçesi gibi 'mantık oyunları' gerçekte hiç kullanılmadı. Çünkü bir dönemin sırf azınlıkların adını anmamak için kurmaya çalıştığı tuhaf tekerlemeler kimsenin umurunda değildi. Edebiyatta dahi kimse mesela; Kürt kökenli Türk'ün meyhanesi demedi. Kürd'ün meyhanesi dedi.
Bu garip çabalar, mülayim bir Kürt için anlaşılır bir durum oldu. 'Ulus inşasının' belki de mubah söz oyunlarıdır denebilirdi. Ancak bu söz oyunlarının o kadar da masum olmadığı zaman içinde ortaya çıktı. Zaten o kadarı ile kalsa, elma, portakal hikâyesine kan da bulaşmayacaktı.
EMPATİ YAPMAK İÇİN İYİ BİR FIRSAT: KUZEY IRAK
Türkiye'de; TRT6 dışında Türkiye'de resmi veya hiç bir kanalın "Kurdistana Iraq" (Irak Kürdistanı) diye nitelendirmediği; meşhur "Kuzey Irak" aslında, Kürtler ve Türkler için üst-kimlik, alt-kimlik tartışmaları konusunda rijit kafalar için iyi bir empati fırsatı sunuyor. Kuzey Irak'ta bölgesel yönetimin parlamentosundan birileri kalkıp da; Türkmenlere; "Kürt ulusu ile Türkmen milletini eşit gördüremezsiniz" ya da "Kürt yurduna vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Kürt’tür derse" ve Birgül Ayman Güler ve benzeri zihinler razı olursa; o zaman söylenecek tek söz kalmaz. Üstelik sözlerinin de doğru olduğunu kabul ederiz.
Birgül Ayman Güler'in sözlerini Atatürk'e ait olanlarla benzeştirme eğilimleri var. Dinlerin dahi güncellenmesi üzerine düşünebilen, peygamberlerle çağımızın zamanlarının aynı olamayacağının tartışılabildiği atmosferlerden gelenlerin, savaş ortamında, yepyeni bir devlet kuran, haliyle tartışmalı kararlar, icraatlar barındırma ihtimali olan bir devlet adamını, 'sorgulanamaz' kabul etmeleri, sözlerine atıf yaparak, yaşasa o da böyle derdi demeleri ilginçtir.
ANADİLDE SAVUNMA, LOZAN'DA TESLİM EDİLMİŞ BİR 'HAKTIR'. BU DA ATATÜRK ZAMANINDA GERÇEKLEŞTİ
Bizler bu sorunu atlatana değin mahkemelerde Kürtçe savunma yapılırdı, yapılmazdıyı tartışırken, Lozan'da bu hak çoktan teslim edilmişti:
(Bu hususu paylaşan dostumuza teşekkür ederim.)
Madde: 39 (2. fıkra):
Bütün Türk vatandaşlarının, gerek özel gerek ticari ilişkilerinde, din, basın ve her çeşit yayın konusunda ve açık toplantılarda dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır. Resmi dil mevcut olmakla birlikte, Türkçe'den başka bir dille konuşan Türk vatandaşlarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için uygun kolaylıklar sağlanacaktır.
Bu konuda Baskın ORAN'ın Cumhuriyet gazetesinde 2000 yılında yayınlanmış bir makalesi de bulunmaktadır. İlginç olan husus bu maddenin de geçtiği Lozan metnini, internette ancak; http://www.suryaniler.com adresinden ve www.kafkasdiasporasi.com adresinden bulunabilmesi. Herhalde etraflar bir kaç çeşit Lozan metni dolaşıyor. Hatta Türk Tarih kurumunun Lozan ile ilgili bir sempozyumunda, "Lozan'ın maddeleri diye İngilizlerin bize teklif ettikleri müsveddeyi yayınladığı" (Zaman Gazetesi,29 Temmuz 2012) görülmüş.
Demek ki, 'kült referans' kaynakları da tahrife uğrayıp keyfi yorumlanabiliyor. O zaman neyi referans alabiliriz ki artık?