"Ben babamın camide namaz kılarken yanındaydım, hançerlendiği akşamdan sonra, sabaha kadar yüreğim yanıyor, diye ağladım. Ardından da kekeme oldum ve on iki yaşıma kadar zor konuştum. Yalnız türkü söylerken kekemeliğim geçiyordu. Hiç kekelemiyordum. Kitap okurken de, okuryazar olduktan sonra, hiç kekelemedim. On iki yaşımdan sonra kekemeliğim geçti." Yaşar Kemal.
Yaşar Kemal den böyle bir alıntı yaparak konuya girmeyi daha doğru buldum. Yazmayı amaçladığım konuları bu doğrultuda şekillendirmenin bize daha doğru bilgiler vereceğini düşünüyorum. Yaşar Kemal i konuya dâhil etmeden, onunla ve eğitimle ilgili yapacağımız değerlendirmelerde alacağımız sonuçlar bizi tatmin etmeyecektir.
‘’ Babam ve annem Doğu Anadolu’dan, 1.Dünya esnasında Rus ordusu Van’ı işgal edince, oradan uzun sure geçen bir göçün ardından Çukurova’ya gelerek bir köye yerleşmişler. Köyde ailemden başka Kürtçe konuşan hiç kimse yoktu. Ben kendimi bildiğimden bu yana Kürtçe sadece bizim evin içinde konuşuluyordu. Ben doğduğumda babam çok yaşlıydı, belki elli yaşın üstündeydi, annem ise babama nazaran çok daha gençti. Evde babamın bir kardeşi, onun karısı, bir de akrabaları olan bir genç kız vardı. Amcamın karısının bir eli Van’da bir top gülle parçası almış götürmüştü. Ailesi bir bey ailesiydi. Ailenin mensup olduğu Luvan aşiretinin son beyi Gullihan Bey babamın amcasıydı.’’
Bizden biri, kalıplaşmış yaşamların ötesinde yaşayan bir şahsiyet. Evinizin avlusundan dışarıyı seyre daldığınızda, öteden gelen bir insanı gördüğünüzde, çok detaya takılmadan insan olmasındaki tüm vasıflardandır o. Okuma bilmez, yazma bilmez gittiği okullardan maddi sebeplerden ötürü ilişkisi kesilen. Okula gittiği kısa zamanlarda kendisi için gerekli eğitimi alan ilkokul mezunu bir kişidir o.
Bir şeye inandığın seviyede o iş vardır; kırıldığın, düşürüldüğün, yalnız bırakıldığın yerde aklını kalbini bırakırsan; inancını da orada unutursun. Bir Yaşar Kemal’i düşün, ilkokul mezunu, çocukluğundan gençliğine, önüne çıkan her işte çalışan ya da çalışma mecburiyetinde kalan. Irgatlık, kitaplık memuru, öğretmen vekilliği, pamuk işçisi, traktör şoförlüğü… Gibi işlerde çalışırken hayallerini toprağa gömmeyen bir kişidir o. Hayallerini Çukurova topraklardan yeşertip Fransa Cumhuriyeti tarafından Legion d’Honneur Grand Officer rütbesi, Almanya Kitapçılar Birliği Frankfurt Kitap Fuarı Barış Ödülü, Uluslar arası Cino Del Duca Ödülü, Commandeur payesi, Premi Internacional Catalunya… Gibi onlarca ödüle laik görülecek seviyeye getirmiştir. 1973’te Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterildi ve bu alanda Nobel e aday gösterilen ilk Türk olması da hayallerinin en önemli meyvesidir. Evet, bu yazdıklarım ilkokul mezunu esmer bir Doğu çocuğunun gerçekleştirdikleridir. Ne Doğu’da ki Rus savaşına ne de Çukurova’da ki yaşam savaşına hayallerini kurban etmedi. Nerede yeşereceğine inandıysa oradan başladı yazmaya… Bize ilham, bize yol olsun. Bir Yaşar Kemal bizim sınıflarımızın sıralarında neden olmasın…
Yazdıklarımda neden hep sokak diyorum? Neden hep aile diyorum? Neden hep doğa diyorum? ... Bunlara en iyi cevabı Yaşar Kemal veriyor. Gerçek hayat olan, doğadan çıkan ve doğada yoğrulan biridir. Kendi kendini yetiştirmiş, yaşamının her noktasında, kendine bir taş alıp kendini bu doğrultuda şekillendiren bir kişidir. Sadece büyüdüğü Çukurova da değil, ülkemizin neredeyse tüm kırsal bölgelerini dolaşıp yaşadıklarını eserlerine eklemiştir. Kendini asla halktan soyutlamamıştır, halkın içinde yer alıyor, onları çok iyi gözlemliyor ve bunları eserlerine bir nakış gibi işliyor.
Yaşar Kemal’in kendini keşfetme sureci çok uzun olmamıştır. Evet, yaşadığı çevre, gördüğü zorluklar onu yazmaya itmiştir ama 1942-1944 yılları arasında Ramazanoğlu Kütüphanesinde çalışırken okuduğu kitaplarda kendisini için bir kıvılcım olmuştur. Özgürce okuduğu yüzlerce klasik eser kendi sanatının oluşmasında temel oluşturmuştur. Biz öğretmenler olarak her öğrenci kendi ilgilerinin doğrultusunda istediği kitabı okumasını isteriz ve serbest bırakırız. Serbest bıraktığımız her öğrencide gerekli olumlu dönütleri alamıyoruz çünkü rehbersiz ve bilinçsizce yapılan seçimler oluyor bunlar. Yaşar Kemal’de her kitabı okumak istemekteydi ama kendisine hangilerinin daha katkı yapacağı konusunda fazla bilgiye sahip değildi. Bu konuda kendisine Arif Dino, Abidin Dino ve Güzin Dino gibi sanatçıların yardımcı olduklarını biliyoruz. Rehberlik konusunda bu sanatçılar gerektiğinde liste halinde hangi eserleri okuması gerektiği ile ilgili bilgi verirlerdi. Rehberliksiz tek başına başarılı olmak her konuda olduğu gibi bu konuda da başarılı olmak zordur. Yaşar Kemal in üzerinde derin etkiler bırakmış kişilerden biri de, gözleri görmeyen ve hayatı halk arasında efsaneleşmiş bir dengbej olan Abdale Zeyniki’dir. Yaşar Kemal, bu dengbeji esersinde şöyle tanıtır: "Abdale Zeyniki derler bir er kişi. İki gözden de yoksun büyük bir aşık kişi. Dağa taşa, kurda kuşa türkü söyler. O, başka âşıklara benzemez. Sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar durmadan türkü söyler. Uzun söyler. Bir türkü söyler ki, kırk gün kırk gece söyler de gene bitmez. Türkülerini Kürtçe söyler. Kürtçe söyler ama Türkü de, Acemi de Rusu, İngilizi de ne dediğini anlar. Bu bir sırrı hikmettir kimse bilemez." Ne güzel nezaket, ne güzel kadirşinas… Ah! Ne güzel bir usta çırak ilişkisi… Yapay okullardan çok çok az duyduğumuz bu güzel sözleri, sokakta usta çırak eğitiminin olduğu her mekânda bu sözlerin yüzlerce çeşidi duvarlara asılıdır.
Köylerde yaşayan her öğrencimizin aklında kalmış ve hayallerinde yeşermiş, doğanın bir parçası mutlaka vardır. Bu parçayı eyleme dökmek için biraz çaba, birazda cesaret gerekmektedir. Bu cesareti çocuklara aşılayacak olan kişi öncelikle öğretmenleridir. Örneklerin en değerlisi olarak karşımıza Yaşar Kemal çıkmaktadır. Öğretmen arkadaşlarımız her öğrencisinde bir Yaşar Kemal varmış gibi yaklaşmalıdır. Hayat sadece okul değil, her kazanç sadece okulda kazanılmıyor. Köy çocuklarının hayal dünyası daha çok gelişmiştir. Köy çocuğu için her şeye ulaşması o kadar kolay olmuyor, en basit bir şey bile onun hayal dünyasında yer edinilebilir. Bu bize kolay gelmesin, bu çocuğun hayal dünyasının zenginliklerinden sadece bir elemanı olduğunu unutmamalıyız. Şehirlerde yaşayan çocuklar biraz daha bu konudan mahrumlar çünkü genelde aileler, başta sevgi olmak üzere birçok şeyin dozu kaçırmışlardır. Dört duvar arasında kalmış bu çocukların yaşamı ve doğalarının da her tarafının da betonlardan çevrilmiş olduğunu görüyoruz. Bu nedenle işlem görmeye hazır binlerce köy çocuğumuz olduğunu unutmayalım. Bir yaşar kemal daha neden çıkmasın.