31 Mart yerel seçimlerinin sona ermesinden sonra, siyaset ve ülke gündeminde yeni anayasa tartışmaları başlamış, siyasi partiler parti programları dahilinde yeni anayasa için taslaklar hazırlamış ve görüş önerilerinde bulunmaya başlamışlardır. Anayasal bir toplumun hukuk düzleminde yaşayış kurallarını belirleyen, temel hak ve hürriyetlerin sınırını çizen hukuki metinler olup, tüm medeni  toplumların vazgeçilmez düzenleyicisi olan kanunüstü normlardır.

Mevcut anayasamızda vatandaşların hak ve hürriyetlerini düzenleyen metinler, kurum ve kuruluşların işleyişini ana hatları ile çizen normlar bulunmaktadır. Yeni anayasa teklifinde bu konular yer almakla birlikte modern dünyaya uygun yeni durumlarda düzenlenecek ve kanunlarla bunların uygulama alanı bulunulabilecektir. Uygulanacak bu düzenlemeler sadece vatandaşlar ve bürokratik kurumlarla sınırlı kalmamalıdır. Kentlerinde yaşayan birer varlık olduğu tezi düşünüldüğünde, yeni anayasada kentleri de öngören düzenlemeler anayasal güvencelere kavuşturulmalıdır.

Devletler, kuşkusuz, kent kültürünün korunup geliştirilmesinde başrolde oynayan aktörlerdir. Yerel yönetimlerin yeterince güçlü, istekli ve bilinçli olmadığı durumlarda, devletler bu alanda önemli roller üstlenirler. Antlaşmalara, sözleşmelere taraf olsalar da olmasalar da, kültür kalıtını korumak için etik bir sorumlulukları vardır. Bu belgelere taraf olmamış olmak, o belgelerde yer alan kuralları çiğnemek için bir mazeret sayılamaz.

Ülkemizdeki kentsel alandaki yaşayama oranının yüksekliği göz önüne alındığında, kentlerinde korunmaya muhtaç olduğu artık gün gibi ortadadır. Özellikle hem otorite  hem de vatandaşlar tarafından kente karşı işlenen suçlar göz önüne alındığında kentlerin anayasal koruma altına alınması ve kentlerdeki sosyal ve tarihi alanların anayasa ile korunması elzemdir.

Kentinin değerleri, bugünü ve geleceği üzerinde hak sahibi olan kenttaş,  kentine karşı, kentinin kültür birikimine karşı suç sayılabilecek eylemlerden kaçınmak yükümlülüğü altındadır da. Kente karşı suç kavramı eğer kullanılabilir  duruma gelmiş değilse, bunun biri toplumsal, öteki teknik nitelikte olan iki  nedeni vardır: Birincisi, toplumsal bilinç düzeyinin eksikliği, ikincisi de, yasaya  dayanmayan suç ve ceza olmaz (nullum crimen sine lege, nullum poena sine lege)  anlamına gelen genel hukuk kuralı yüzünden kente karşı suç oluşturan eylemlerin  kovuşturulamamasıdır. Rio Bildirgesi (1992) ile getirilen bencillikten uzak kalma ve ihtiyatlı davranış yükümlülüğü, devletler için olduğu kadar ve hatta onlardan da çok, yurttaş ve kenttaş için de söz konusu olması gereken bir davranış kuralıdır. Kent haklarının anayasal güvenceye alınmasından sonra, ceza kanununda yapılacak bir değişiklik ile “kente karşı işlenecek suçlar” da kanunla belirlenmelidir.

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sürekli değişim geçiren kentler, sistematik olarak yıpranmakta, şiddete maruz kalmakta, uygulanan imar planları ya da imar aflarıyla siluetleri değişmekte, tanınmaz bir hale gelmektedirler. Kentlerin birer miras, nefes alan birer canlı olarak kabulü ile korunmaya muhtaç oldukları su götürmez bir gerçektir. Bunun en garanti ve en geçerli yolu anayasal metinlerle yapılmalarıdır. Bu minvalde yeni anayasa çalışmaları kapsamında bu durumun düzenlenmesi için gerekli çalışmalar yapılacaktır, şimdiye kadar basına bu tür bir haber yansımasa da, özellikle stk ve kamu niteliğindeki meslek kuruluşları olan barolar ve mimarlar odalarından konu ile alakalı çalışmaların olacağı kanaatindeyim.