Rahman’ın adıyla; Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması O'nun delillerindendir. Şüphesiz ki bunda, bilenler için dersler vardır. [Rum/22]
Yazımızın amacı, dünyaya bakış açımız ve ötekine olan davranış biçimimizi şekillendiren veya şekillendirmesi gereken temel argüman ne olmalıdır ya da ne olursa ‘daha kuşatıcı, daha fazla insanlığa hizmet eder?’ gibi sorulara acizane bir cevap vermeye çalışmaktır.
Irk, sözlükte kalıtımsal yani verili özyapıları olan insanların oluşturduğu doğal topluluk olarak ifade edilirken, etnisite ise; ortak, ulusal, ırksal, kabilesel, dinsel, dilsel veya kültürel kökenleri olan insan gruplarını tanımlamak için kullanılır. Tabii zamanla anlam kaymasına uğramış ve iki kavram iç içe geçip birbirinin yerine kullanılmıştır. İnsan, varoluş sürecinde; ırkı, dini, dili, kavmi, kabilesi, ulusu dışında kalan ötekini ya ekabir zaviyesinden bakarak aşağılamış ya da daha kuşatıcı akla mantığa ve vakıaya daha uygun daha kuşatıcı ve hayatı yaşanılabilir hale getirmekte etkin rol oynamıştır.
Elbette her iki tavrı da oluşturan şey olayları değerlendirirken nereden baktığımız gerçeğidir. Pergelin ucunu sabitlediğimiz yer; can damarımız, hayat merkezimiz ve beslendiğimiz kaynaktır. İnsan, yaratılış orijinini ön plana çıkarıp üstünlük tasladığı bir durumda ilk elden kendisini küçük düşürür. Zira verili olan özellikler bizim ne takdir ne de yergi sebebimiz olabilir. Çünkü bunlar, tıpkı coğrafya gibi statik kaderimizdir.
Hiçbir insan teki; doğduğu toprağı, ırkını, kabilesini, kavmini, ailesini, ten rengini, cinsiyetini tercih edemez. Tercihin söz konusu olduğu noktalar yani dinamik kaderimiz, bizim takdir ya da yergiyi hak ettiğimiz ve edeceğimiz unsurlardır. Seçtiğimiz din iyi ya da kötü ameller, eş, iş, bulunduğumuz ortam veya hayata bakış açımız bunların başında gelir. Yazımızın başında verdiğimiz, Rum suresinin 22. ayetinde de belirtildiği üzere; ırk, renk ve diller birer çeşitlilik ve zenginliktir. Aksini iddia edip yaratılış orijini ile üstünlük taslayan prototipin “İblis” olduğunu da yine Kur'an'dan, Sad suresinin 76. ayetinden öğreniyoruz.
Her insan teki veya etnisitenin baktığı yere göre değişkenlik arz edebilecek ve bunu yek diğeri üzerinde bir hegemonya haline getirmesi muhtemel olan, bu olaya çözüm ancak ve ancak tüm beşeri ölçülerin üstünde, bu ölçüleri kabul edecek herkesi mutmain eden bir karar ve ölçü olmalıdır. İnsan ve tarih üstü ama aynı zamanda yine insan için; insanın içi için karanlıklarını aydınlatacak tek ışık olan, vahiydir. Zira;
“Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık hem de sizi şubeler ve kabilelere ayırdık 'ki birbirinizi tanıyasınız'. Şüphesiz ki Allah katında en şerefliniz, takvaca en ileride olanınızdır.”
[Hucurat/13]
Bu ayet, üstünlüğün mihenk taşının, takva yani sorumluluk bilincine sahip olmak ve dolayısıyla ölçülü yaşamak olduğunu; asıl erdemin ve takdire şayan olanın ortaya koyduğumuz tercihlerimizle şekillenen, ötekine karşı bir sorumluluğumuz olduğunu hatırlatan, dolayısıyla yeryüzünü imar ve ihya edecek olanların duyarlı davranış sahiplerinin olduğunu hatırlatan iç benimizdeki karanlık dehlizleri aydınlatan bir ışık huzmesidir.
Dillerin ve renklerin birer fazilet yani çeşitlilik, birer ayet, rayiha ve zenginlik olmasını kabul etmeyip; ışık içeri sızmasın diye kırk kilit vurduğumuz karanlık odalarımız, günün sonunda bizi yokluğa, yoksunluğa, yalnızlığa mahkum edip; ayağımıza pranga, boynumuza geçirdiğimiz ve bizi boğacak yağlı bir urgan olur. Irkın değil ırkçılığın olduğu yerde sığlık, sığlığın olduğu yerde körlük, körlüğün olduğu yerde zulüm kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkar. Kimi yerde karşımıza Hitler olarak çıkar, kendinden olmayanı gaz odalarına doldurur, kimi yerde beyaz Amerikalı olur, siyahi olanları hayvanat bahçelerinde sergiler, kimi yerde siyonist olur, Filistin'de zulmün tüm boyutlarıyla soykırım suçu işler, kimi yerde Türk ulusçusu olur kafatası milliyetçiliği yapar başka bir yerde Kürt ulusçusu olur bağımsızlık adına geçmişten gelen erdemlerini pranga olarak görür ve Stockholm Sendromuna yakalanır. Bazen de Arap ulusçusu olur, sırf bu sebeple kendini ‘cennet ehli’ olarak görür.
Damarlarımızdaki kan, tenimizdeki renk, dilimizdeki ses ile övünme hastalığı erdemli bir hayat yaşamanın önündeki en büyük engeldir. Tarih şahittir ki; ikram üzere yaratılmış olan insanoğlunu dipsiz kuyulara ve cenderelere sürüklemiş/sürükleyecek olan bu bakış açısı önce süründürür sonra öldürür.
Zifiri karanlıkları her seferinde yine ve yeniden aydınlatma potansiyeline sahip vahiy.
Ey insanlık ailesi! düsturuyla arştan arza indirilen ve hayata çağıran, nidası ile böylesi amansız illetin tek devasıdır.
Ne mutlu bu nidaya olumlu cevap verenlere.
Ez cümle; çeşitlilik zenginlik, tek tipçilik fakirliktir. Öteki, kendisini en çok berikinin yanında anlamlı buluyorken bu harika armoninin içinde daha da zenginleşmek dururken aksini iddia etmek akla zarardır.
Zira fehm’etmek büyük nimettir.
Vesselam…