‘’Ben de küçükken yetim kaldım…’’ Kazım Karabekir. Felsefesini her daim çocuklar üzerinde iyi bir insan yetiştirmek olan ve bu uğurda her daim çalışmalar yapan bir eğitimci olarak bu askeri dehaya değinmeden geçemeyeceğim. İşin siyasi kısmına değinmeden kendisinin yetim çocuklar için yaptıklarına ve eğitime adadığı çalışmalarına değineceğim.
Bir askeri "yetimler babası" haline getiren gerçekler ne olabilir? Kazım Karabekir, çocukluk yıllarından beri ailesi tarafından yardımlaşma bilinci ile yetiştirilmiştir. Kendisi ailesinin bu konudaki tutumunu ve üzerinde bıraktığı tesiri şu şekilde ifade etmektedir: "Yoksullara yardım zevki bende pek küçük yaşlarımdan yer etmiştir. Memleketimizin bir çok yerlerini beraber dolaştığım ve küçük yaşımda kaybettiğim babamdan da sonra anamdan da yoksul çocuklara yardımı ve hele bayram günlerinde onlara çamaşır, elbise, harçlık vererek sevindirmek adetini görmüş ve o vicdan hazzını bir düzine tatmıştım. Ailemizin himayesinde birçok kimsesiz çocuklar yetiştirilmiştir." Kazım Karabekir’i ‘’Yetimlerin Babası’’olarak anılmasında yaptığı çalışmaların öncesinde ailesinden aldığı eğitim de fevkalade etkili olmuştur. Daha küçük yaşlarda ailesinin kimsesiz çocuklar için yaptığı çalışmaları yerinde görmüş ve gerektiğinde en üst düzeyde katkılar da yapmıştır. Ailesinden aldığı bu eğitim yanı sıra kendisinin küçük yaşta yetim kalmış olmasının da bu konuda etkili olduğu düşünülebilir. Nitekim Fahrettin Kırzıoğlu, Peyami Safa'dan naklen şu ifadelere yer veriyor: "Bu peygamberce şefkat ve merhametin sebebi kendisinden sorulduğu zaman, Kâzım Karabekir Paşa Hazretleri şu cevabı veriyorlar: 'Ben de küçükken yetim kaldım... '"
Bir taraftan bizim çocukların içerisinde bulunduğu duruma içten içe kahrolurken öbür taraftan başka milletlerin çocuklarının içerisinde bulunduğu zevki sefaya imrenmekte olan Karabekir, bu durumu nasıl düzeltebileceğini ve bizim çocukların lehine nasıl çevireceğini düşünmeye başlamaktadır. Bu duygularla şu satırları kaleme aldığını ifade eder bu ifadeler onun "çocuk davamız" olarak nitelediği çocukların elinden tutma gayretinin temel ilkeleri niteliğindedir. 1. Bakımsız çocuklar millet enerjisinin, bakımsız topraklar da vatan enerjisinin kaybedilmesi demektir. 2. Bakımsız fidan kurur, çürür veya yabani olur. Bakımsız çocuk ise hastalıklı olur, ölür veya suçlu veya cani olur.
3. Bakımsız çocuk millî tehlikedir. Çünkü: her yıl maddî ve manevî bir sürü düşkün halk arasında kaynaşacak ve ordu saflarına karışacaktır. Demek milletin ve ordusunun keyfiyet bakımından kıymeti her yıl bir derece daha aşağı düşecektir.
4. Vatanın geleceğinin sahipleri bugünün çocuklarıdır. Şu halde bakımsız çocukların bu vatana nasıl sahip olacakları bugünden düşünülecek bir meseledir.
5. Bu dünyada türlü haksızlıklar vardır. Haksızlıkların en gaddarcası çocukların bakımsız kalmasıdır. En haksız ölüm de yine bakımsız bir çocuğun ölümüdür.
6. Haksızlıklar nihayet mahkemede hallolunur. Bakımsız çocukların korunma hakkını da medenî kanunumuz hâkimlere vermiştir. Bunların savcısı ileri yerlerde bütün millettir.
7. Bakımsız çocukları olan bir milletin nüfus davasını da medeniyet davasını da ve nihayet insanlık davasını da sağlama kuvvetleri cılızdır.
8. Bazı kimselerden esefle duydum ve duymaktayım da: Madem ki bakamayacaklar ne diye çocuk yapıyorlar. Ben de cevap veriyorum ki: Ailelerin vatan borçları, fakir de olsalar, mümkün olduğu kadar çok çocuk yapmalarıdır. Nasıl bakılacağını hesap etmek onların değil, devletin vazifesidir. 9. Ölen, dilenen, hapislere düşen... Çocukların yasını ailesi çekse de tasasını topyekun devlet çekmelidir.
10. Bakımsız çocuklar felaket kaynağıdır: Her türlü hastalıklar cürümler, cinayetler onlardan daha kolay ve daha çok fışkırır.
11. Çocuk bayramı. "Ne o söz..." Fakat mesut çocuklar için her gün bayram, bakımsız çocuklar için ise bayram günü en büyük matem.
12. Hayatımda bana zevk veren hayli başarılarım vardır. En zevklisi binlerce bakımsız çocuğun hayat ve geleceğini kurtarmak olmuştur. Hayatımda duyduğum ızdıraplarım da vardır. En acısı bakımsız çocuk görmeliğim oluyor."
Karabekir, bu duygularla çocuklar için bir şeyler yapması gerektiğini düşünerek çalışmalara başlamıştır. Nereden başlaması gerektiğinin çok iyi bir şekilde farkındaydı. İhtiyaçlarımızın neler olduğu ve bu ihtiyaçlarla beraber çocuklarımızın bu ihtiyaçlara vereceği cevabın da çok iyi bir şekilde farkındaydı. Bu çalışmalarda özellikle çocukların iktisadi manada gelişimini öncelemiştir. Dolayısıyla meslek kazandırma eğitimleri ön plana çıkmıştır. Bu gayreti temel görgü kuralları ve ahlâkî erdemleri kazandırma gayreti ile de destekleyerek iktisâdî açıdan kendi ayakları üzerinde durabilen ve ahlâkî erdemlere sahip birer ferd olarak yetim çocukları yetiştirmeyi hedeflemiştir. Ana mektebi, ilk, idadi, elektrik, sıhhiye, dişçi, matbaa, ziraat, tayyare, baytariye, muzıka ocağı, sanayi, şömendöfer bölümlerinin bulunduğu bu eğitim kurumu, Karabekir'in ifadesi ile 6000 çocuğun hayatını kurtarmış ve bunların 4000'i oldukça yetişmiş ve bir sanatın çırağı olarak yakınlarının yanına gönderilmiştir.
Karabekir, bizden olmayanların yaptıklarına çok önem vermiştir ve bu yapılanları kendi kimliğimize zarar vermeyecek ve dinamiklerimizi yerle bir etmeyecek şekilde bizde de nasıl uygulanması gerektiğini araştırmıştır. Kendi eğitim kurumlarını oluştururken gezdiği ve çeşitli vesilelerle haberdar olduğu yabancı eğitim kurumlarının çalışmalarını gözlemlerimi ve olumlu bulduğu yönleri kendi kurumlarında da uygulamıştır. Mesela Gümrü'yü aldığında oradaki tüm kurumları gezmiş ve eğitim kurumlarında bulunan Türk olduğunu tespit ettiği çocukları almış ve gördüklerini şu şekilde ifade etmiştir: "Amerikalıların yetiştirmekte oldukları bu binlerce çocuk büyük bir bolluk içinde bulunmakla beraber bizimkilerden canlılık ve akıllılık hususunda çok geri duruyorlardı. Yalnız kız çocukları da çok ve hepsi dikiş makinelerini kullanıyorlardı. Gümrü'de bir salona girdiğimiz zaman yüzlerce dikiş makinesinin çocuklar tarafından işletildiğini hayretle gördüm. Ana mektebinden başlayarak tam bir hayat mücadelesine hazırlık ile uğraşıyorlardı. Lükse ait hiçbir şey öğretilmiyordu. İnsanca bir orta hayat işleri esas tutulmuştu. Çocuklar değil, Amerikalı muallimleri dahi kendi işlerini kendileri görüyorlardı... Bütün bu Amerikan müesseselerinden çok istifade ettim. Sarıkamış Çocuklar Kasabası'nda daha iyi işler yapabileceğimden çok memnun kaldım."
Burada yüzyıl öncesinde yaşamış değerli bir büyüğümüzün davasını kısaca sizlerle paylaştım. Yazılabilecek binlerce kelime yerine kısaca yaptıklarını yazmak benim nazarımda kafi gelmiştir.