Kristof Kolomb’la başlayan Kızılderililerin dünyayla olan ilişkisi ilk ve son olacaktı. Amerika kıtasına ayak basan İspanyollar, Kızılderililerin ellerinde bulunan altından yapılmış süs eşyaları ve putları görünce dişlerine kan değmiş kurt gibi kendinden geçtiler. Bu altınları yerlilere bırakamazlardı. Altın madenleriyle dolu olan bu topraklara muhakkak hükmetmeliydiler. Bunu da her zaman yaptıkları gibi yerel halkı katlederek yapacaklardı. Çünkü Batı bir halka hükmedecekse başvurduğu ilk yol halkın kalbine korku salmak için onlardan büyük bir kısmını acımasızca katletmek olmuştur. Batı bu zalim yüzünü Kızılderililere de gösterdi. Kızılderilileri yakaladılar, ellerindeki altınların yerini söylemeleri için onlara insanlık dışı muamelelerde bulundular ve milyonlarcasını acımasızca katlettiler.
Bu katliamları anlatmaya değil bu köşe yazısı ciltlerle kitaplar yetmez ancak Batı’nın Kızılderili soykırımı döneminde bir papaz olarak Amerika’ya giden Bartolome de Las Casas’ın Kızılderililere yaşatılan vahşet karşısında dayanamayıp, papazlıktan istifa ederek bu soykırımı yazdığı, “Kızılderililer Nasıl Yok Edildi” eserinden birkaç kesitle anlatmaya çalışacağız. Kızılderili soykırımını şöyle anlatır Bartolome de Las Casas:
“Kızılderililerin topraklarına ayak basan Hıristiyanlar köylere baskın düzenliyor, çoluk-çocuk, genç-yaşlı, hamile veya genç kız demeden ağıllara sığınan kuzulara saldıran kurt gibi saldırıyorlardı. Bunların karınlarını deşiyor, parçalara ayırıyorlardı.
Anne sütü emen bebekleri zorla alıp, ayaklarından tutarak başlarını kayalara çarpıyorlardı. Bazılarıysa onları yüksekten ırmaklara atıyor, bir yandan gülerek şakalaşıyorlardı. Sağ yakaladıklarını ise ayakları neredeyse yere değecek şekilde asıyorlar ve diri diri yakıyorlardı. Bazılarının ise bütün vücutlarına kuru saman yapıştırarak diri diri yakıyorlardı. Hayatta bırakmak istedikleri herkesin ellerini kesiyorlardı.
Beylerini ise önce direkler üzerine kurulmuş tahta çubuklardan bir ızgara yapıyorlardı. Sonra onları ızgaraya bağlıyor, altlarına da hafif bir ateş yakıyorlardı. Bu korkunç işkenceler altında çığlıklar atarak can veriyorlardı.
Bir keresinde 4-5 kişinin böyle kızartıldığına şahit oldum. Bunlar yüksek çığlıklar attıkları için subayın uykusunu kaçırmış olmalı ki bunların boğulmasını emretti. Onlara işkence çektiren onları boğmak istemedi, önce ağızlarına odun parçacıkları tıkadı daha sonra istediği gibi kızarsınlar diye yavaş yavaş ateşi körükledi. Bunlar merhametsiz yırtıcı kuşlardan daha vahşi, insan soyunun düşmanıydılar.
Hıristiyanlar kendi vahşetleri için vahşi köpekler yetiştirdiler. Bu hayvanlar bir yerliyi gördükleri yerde kaşla göz arasında paramparça ediyorlardı.”(1)
“Bir keresinde baskın düzenledikleri bir köyde hasta bir adam kaçamayıp diğerleri gibi ayrılamayacağını anlayınca bir ip aldı. Ayaklarından birine de bebeğini bağladı ve kendini bir ağaca astı. Bunu yeterince çabuk yapamadığından, köpekler gelip bebeği parçalara ayırdılar.
Yine geyik ve tavşan avına çıkan bir İspanyol avlanacak hiçbir şey bulamadı. Köpeklerinin aç olduğunu düşündü, küçücük bir oğlan çocuğunu annesinden kaçırdı. Bir hançerle kollarını ve bacaklarını kesip parçalara ayırdı ve her köpeğe kendi payını verdi. Köpekler kendi paylarını bitirince geriye kalan gövdeyi köpeklerin önüne attı.”(2)
“Bazı Hristiyan komutanlar insan kasabıydı. Önlerinde çocuklar öldürülüyor ya da kızartılıyordu. Kızartılan bu bebeklerin elleri ve ayakları en iyi yer sayılıyordu, buraları almak için birbirlerini bile öldürüyorlardı.”(3)
“Öldürebildikleri kadar bu zavallı insanları öldürüyor, Köle ettikleri yerlilerin ise boyunlarına zincir vurarak, 12-15 kiloluk ağırlıklarla yüklüyorlardı. Bir yerli açlıktan, yorgunluktan veya güçsüzlükten bayılıp yere düştüğünde zincirli boynu vuruluyordu. Böylece zincirlerle birbirine bağlı olan diğerlerini çözerek vakit kaybetmemiş oluyorlardı.(4)
Bunlar zavallı Kızılderililere yaşatılan vahşetten sadece birkaç kesit. Bebekleri köpeklerin önüne atan bu canileri anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır. Bu şekilde 20 ile 70 milyon arasında Kızılderilinin acımasızca katledildiği anlatılır. Bunları yapan insan olamaz. Ancak Batı bu vahşeti yapmakla yetinmemiş insanlıktan nasibi olmadığını her defasında göstermiştir. Eskiden beri Batı gittiği her yere acı, kan, gözyaşı, vahşet ve soykırım götürmüştür. Gittiği tek bir ülkeye medeniyet denilen bir kavram götürdüğü söylenilemez. Beş yüz otuz yıl önce Kızılderililere yaşattıkları vahşetin aynısını Cezayir’de yaşattılar, Ruanda’da yaşattılar, Kenya’da yaşattılar, Bosna Hersek’te yaşattılar, Irak’ta yaşattılar, Afganistan’da yaşattılar, Suriye’de yaşattılar ve bugün Gazze’de yaşatıyorlar.
Avrupalı Hıristiyanlar, Amerika’da onlara hizmet edecek kimseyi sağ bırakmadıklarını anladıklarında bu defa onların işlerini yapacak, tarlalarında çalışacak, evlerini temizleyecek, hayvanlarını besleyecek ve bu topraklarda hak iddiasında bulunmayacak köle edinmek için Afrika’dan köle ticaretine başladılar. Kızılderili soykırımından sonra Afrikalı zavallı fakir insanların soykırımına başladılar.
Öyle ki köpeklerini Kızılderili’lerin bebekleriyle besleyen bu vahşiler bu sefer Okyanustaki köpek balıklarını Afrikalı insanların bedenleriyle besleyeceklerdi.
İşte batı medeniyeti böyle acımasızca katliamlar ve soykırımlar üzerine kurulmuş bir medeniyettir.
Medeniyet ki ne medeniyet…
Tek dişi kalmış canavar…
(1)-Kızılderililer Nasıl Yok Edildi-Şule Yayınları-Bartolome de Las Casas-s.25-26
(2)-Aynı Eser-s.71
(3)-Aynı Eser-s.62
(4)-Aynı Eser-s.93