Yıllar önce Van’da görev yapmış bir kamu görevlisi…
Görev yaptığı sürede Van’ı her yönüyle tanımış bilmiş.
İyi dostluklar kurmuş.
Sonra tayin olmuş.
Başka şehirler…
Başka ilçeler…
Kaderin cilvesi…
Yıllar sonra geri dönmüş.
Kente döndüğünde birçok dostunu, arkadaşını, Vanlı’yı unutmamış.
Haliyle çok yabancılık çekmeden hızlıca alıştı.
Ama çok garipsediği konular ile karşılaştığını söyledi her fırsatta.
Mesela döner dönmez gördüğü manzara karşısındaki yaptığı ilk yorumlardan birisi şöyle oldu:
“Ben daha önce buradayken Van’da her renk vardı. Ama şiddet burada her şeyi siyah ve beyaz yapmış.”
Hani Necdet Takva’nın sürekli vurguladığı o ‘gri’ alan yaratma ideali var ya…
Onu hatırlatıp o gri alan için “Artık yok” dedi.
Sonraki süreçlerde bulunduğu tüm ortamlarda hepimizin kulağına küpe olacak ‘aforizma’lar sıraladı resmen.
Hatta yine böylesi bir sohbette:
“Zarar verme açısından Vanlı Vanlıya yetiyor zaten.” demişti.
Bizim “Kurmê darê ne ji darê be dar kurmî nabe.” diye sık kullandığımız “Ağacın kurdu kendinden olur.” deyişine çok yakın bir ifade.
Dedim ya Van’ın öncesi sonrasını iyi bilen birisi diye...
Van’ın yaşadığı deprem var ya...
O depremle birlikte farklı bir depremden de söz ediyor.
“Van sadece yer küresi depremi geçirmedi, sosyal bir deprem de geçirdi, o deprem hala da devam ediyor” diyor.
Nedir bu sosyal deprem?
Nasıl bir şey ki bu?
Küçük bir örnek ile açıklıyor:
“Bu kentin büyük bir kısmı Şafii mezhebine tabidir. Ve bu kentte gece köpeğin yaladığı demire gündüz et asılıp kesiliyor. Bununla mücadele ediyorsun, ‘Milletin ekmeğiyle neden oynuyorsun’ sorunlarıyla muhatap oluyoruz. O zaman biz dokunmayalım, yol kenarında kesilsin.” diye izah ediyor.
Belli bir şeyleri yitirmişiz.
Buna biz yapan değerlerimiz mi desek, ahlaki değerlerimiz mi desek bilemedim.
Yitirdiğimiz çok kritik bir husustan daha söz ediliyor.
“Biz istiyoruz ki kent vicdanı olsun, o vicdan bizi de sorgulasın, bizi de eleştirsin, bize de öneride bulunsun.”
Sahi bir vicdanımız var mı bizim?
Ya da bir şeyleri ne kadar sorgular olduk?
Kaçımız ortaya makul eleştiriler koyarak kentin yönetimi noktasında ‘ortak’ olma çabası içindeyiz.
Bu kenti kaç kişinin/kimin yönettiğini hiç düşündük mü?
Çok düşünmüyoruz.
Düşünmediğimiz için de birilerinin bize bunları hatırlatması gerekiyor.
Yukarıda saydığım ‘kayıpları’ bize hatırlatan kim biliyor musunuz?
Van Valisi Mehmet Emin Bilmez.
90’lı yıllarda Van Muradiye kaymakamlık yaptıktan sonra 2019 yılında Van’a Vali olarak geldi.
Dahil olduğum sohbetlerinde Van’ı hiç unutmadığını, kaldığı sürede de bir mülki amirin bildiğinin çok daha fazla anıya sahip olduğunu gördüm.
Van’da kısa bir süre geçirdikten sonra da çok objektif yorumlar yaptığını farkettim.
Yukarıda paylaştığım cümleleri farklı toplantılarda farklı konuları ele alırken yaptığı yorumlardan sadece birkaçı…
Tabi bunları durduk yere söylemiyor.
“Van’a en çok Vanlı zarar veriyor” diyor. Neden diyor biliyor musunuz?
10 yıldır sürüncemede olan Çevre Yolu’nun hala itirazlar ile engellendiğinden dert yanıyor. Geçen dönem aylarca mücadelesi verilip yapılması için bakanlar kurulu kararı çıkarılan Kent Meydanı’nın yürütmeyi durdurma kararı alınmasına hayret ediyor:
“Kent dönüşüm uygulanan bir yer de buranın şartları tutmuyor diye bir Vanlı dava açıyor ve yürütmeyi durduruyor.”
Mesele Van olunca hayret edilecek şey mi yok!
Kentin kimyası bozulmuş kimyası!
Bozulan bu kimyaya Bilmez’in güzel bir örneği var:
“Bu kentte çocuklar sınavı kaçırsın diye minibüsler boykot yapıyor. Bir simsarın kenti rehin aldığı bir dönem yaşıyoruz. Belediye ücretsiz araç koyduğu zaman gençler belediye arabasına binmekten korkuyor, buna acıyorum.”
Kafamız acayip karışık!
Öye karışık ki, Vali Bilmez, büyük emeklerle Cumhurbaşkanlığı imzası ile TOKİ’den Büyükşehir’e devir kararı alınan ve millet bahçesi olma hazırlığındaki Devlet Hastanesi eski yerinin de yarın bir gün bir itiraz ile durdurulabileceğini yaşıyor.
Olur mu olur vallahi.
Olursa biz de şaşırmayacağız…
Kafamız karışık demiştim ya.
Bence bununda ötesinde bir noktadayız.
Biz gerçekten bu kentte ne olmamız, bu kentin nasıl olması ve nasıl bir kentte yaşamak istediğimiz konusunda çok büyük bir kafa karışıklığı yaşıyoruz.
Neden mi?
Cevabını yine Bilmez versin:
“Hem şehir olalım hem de bütün kaldırımlarımız da seyyar satıcılarımız olsun. Onlara müdahale ettiğimizde de ‘ya bu çocuklar işsizdir’ diyorlar, peki 40 bin TL kira ödeyen adamın günahı ne, kültür sokakta kahve işleten adımın günahı ne, büyük kazanlarda semaver çayı diye yollarda çay satılıyor. Kentleşme buysa buyurun hiç dokunmayalım.”
Alın size kentleşme!
Alın size hayal edilen kent ile gerçekte yaşadığımız kentin kent sokaklarına yansıması….
Kusura bakmayın ama…
Adam haklı beyler.
Bu kadar mı?
Elbette ki değil.
Bakın birkaç örnek de ben ekliyim.
Son birkaç yıldır kent olarak ekmeğimizi turizmden, turistten, büyük çoğunlukla İranlı turistlerin yaptığı alışverişten kazanıyoruz. Bir taraftan da İranlılar’ı şeytan misali taşa tutmak için insanları galeyana getirmeye çalışıyoruz.
Hiç unutmam, Sayın Vali bu toplantıda bunun üzerine de konuşmuştu.
“Kente gelen İranlılar’a neden namaz kılmıyorlar, oruç tutmuyorlar diye tepki gösterenler var” demişti.
Yahu, buraya gelen İranlılar’ın neredeyse yarısı Müslüman bile değil.
Ve bu adamlar buraya bir Hac ibadeti yapmaya da gelmiyor.
Haliyle bizim karar vermemiz gereken hususlardan birisi bu.
Bu kadar büyük bir turizm hareketliliği yaşarken biz kararımızı vermemiz gerekiyor:
Biz turizm kenti olmak istiyor muyuz? İstemiyor muyuz?
İstiyorsak bu düşünceleri bir kenara bırakacak ve yatırımlarımızı turizm ekseninde yapacağız.
Ama yok öyleyse Vali Bey’in dediği gibi gidip hep beraber bu kentteki alkollü mekanları taşlayacağız.
Olmaz böyle olmaz…
Çevre Yolu yapılsın deyip Çevre Yolu’nun olmaması için her şeyi yapmak…
Kent Meydanı olsun diye feryat figan edip Kent Meydanı’nı mahkeme kararı ile durdurmak…
Modern bir kentte yaşayalım deyip kentin orta yerinde banyo sobasında yapılan çay semaverlerinin kurulmasına ses çıkaramamak…
Kentin cadde ve sokaklarını işgal edip kenti Hindistan’a çevirmek…
Bunları düşündüğünüzde ciddi manada kafamızın karışık olduğunu bir kez daha anladım.
Bunu bize hatırlatan bir Vali.
Normalde böyle bir sorumluluğu yok.
Gelip görev süresinin büyük kısmını kenti tanımakla, “Hoş geldin, hoş bulduk” ziyaretleri yapıp geriye kalanında da birtakım görüşmeler, ziyaretler, programlar yaparak geçirse kimsenin de bir itirazı olmayacak.
Ama Bilmez, bize uzun zamandır farkında olmadığımız bir enkazdan söz ediyor.
Van’da son 20 yıllık zamanda yaşanan büyük bir ‘sosyal’ depremin ciddi tahribatlar bıraktığından söz ediyor.
Bize bu kentin ‘kent hafızası’ ile birlikte çok önemli şeyleri de bu depremin altında bıraktığını hatırlatıyor…
Bu hatırlatmalar da bana Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim’deki Tekvir Suresi’ni hatırlattı.
Hani, gidişatın iyice kötüleştiği, ne yaptığını bilmeme ayyuka çıktığı, insanların kendisine çeki düzen vermeyi bir kenara bıraktığı, arafta kalıp kendisini bulamayan, kaybolup gidenlerin sayısının arttığı bir dönemde, insanlığa bir soru yöneltiliyor ya:
“(Hâl böyle iken) nereye gidiyorsunuz?” (Tekvir, 26)
Kent olarak da tam böyle bir soruyu kendimize sormamız gerektiği yerdeyiz.
Ne yapıyoruz biz?
Bu gidişat nereye?