Şu sıralar içimiz daraldığında, birilerine imrendiğimizde, birileri iş yapamayınca sitem ettiğimizde ve mevzu bahis memleket olunca efkârlandığımızda hep aynı şeyi söyleyip duruyoruz:

“Van’ın sahibi yok!”

Yalanlayamayacağımız, birçok anlamda arkasında duracağımız bir söz.

Lakin…

Arkasına sığınıp hiçbir şey yapmayacağımız bir noktada değiliz.

Van’ın sahibi olmadığı yönündeki cümlelerimizin sonunda bir önermemiz olmalı.

Bu işin bir çözümü, bir yolu olmalı.

Van’ın sahibi yok diye hep sahipsiz kalmamalı.

Çözüm nedir:

Bir kere hepimizin ‘derdi Van olan’ Vanlılar olacağız.

“Van’da Vanlı çoktur, ama Vanlı yoktur.” Şeklindeki yorumların dışına çıkmaya mücadele edeceğiz.

Yabancıların kentte önemli yerlerde olmasına sitem ederken, kendimiz de güçlü yöneticiler olmanın ve yetiştirmenin öncüsü olacağız.

Ve bunu yaparken de hiçbir zaman birilerini ‘indirerek’ başarı olamayacağımızı unutmayacağız.

En büyük sıkıntımız da bu olsa gerek.

Yabancıları istemeyiz.

İthal siyasetçilere karşı oluruz.

Yöneticilerin Vanlı olmamasından dolayı sitem ederiz.

Ama Vanlılar’ın da güçlenmesine en çok biz engel oluruz.

Böyle de ‘kötü’ bir huyumuz var işte.

Ama bu işlerin böyle olmadığını hepimiz çok iyi biliyoruz.

Bunu son kabineye bakınca, Ankara bürokrasisindeki yapılanmaya şahitlik edince ve kentlerin gelişmişliğine bakınca anlıyoruz.

Karadeniz Lobisi dediğimiz olayın aslında püf noktası herkesin bir Karadeniz Dertlisi olmasının altında yatıyor.

Karadeniz’de “Dur hele şu uşağı alaşağı edelim de bir yere gelmesin” diye bir anlayış yoktur. Karadeniz’de “Taş da olsa bu uşak bizdendir” anlayışı vardır.

Desteklenir, arkasında durulur.

Bu destek büyür, iyi bir yerde yönetici olmaya döner.

Yönetici siyasetçi olur bürokrasiye şekil verir.

Bürokratik güç büyür bakanlığa dönüşür.

Biraz daha ileriye gider başbakanlık olur, cumhurbaşkanlığı olur.

İş dünyası büyür, vatandaş zenginleşir.

Hepsi döner dolaşır kent kazanır.

Trabzon kazanır, Rize kazanır, Ordu kazanır.

Van’da nasıl?

Bir Vanlı’ya iftira atılır. O gider. Yerine birisi gelmez. Sonra başka bir kuruma, kuruluşa, makama dönülür. Oradaki de indirilir. O gider, öteki gider. Kimse kalmaz. Sonra susar yerimizde otururuz.

Yabancısı gelince de elimizi ovuşturur: “Bizim sahibimiz yoktur” deriz.

Böyle olmaz ağalar.

Nasıl olur bilir misiniz?

Geçtiğimiz günlerde 30 civarında STK’nın, iş dünyasından temsilcinin Fatih Çitfci’yi desteklediği gibi olur.

Belki normal şartlarda bir araya gelmeyecek kurum, kuruluşlar Vanlı bir bürokrat olsun diye “Erdoğan’a seslendiler.”

Bakan yardımcılığı için ricada bulundular.

Takdir ettik, etkilendik.

Umarım Ankara da etkilenir.

Az da olsa bu birlikteliği öğreniyoruz gibi.

Geçen dönemi hatırlayalım.

Cumhurbaşkanı başdanışmanı Gülşen Orhan, Başbakan başdanışmanı Adnan İnanç, Gümrük ve Ticaret Bakanı Fatih Çiftci…

Önemli kademelerde tam 3 isim…

Bu isimler Van’a katkılar sundular. Kendilerince hizmetler üretip mini lobiler oluşturdular. Yanlarında görev yaptıkları isimler Türkiye’ye yön veren isimler olunca öyle ya da böyle etki ettiler, bir şeylere ön ayak oldular.

Geçen dönem 3’se bu dönem 5 olmalı.

Gelecek dönem 10 sonra 100.

Bununla sınırlı kalmamalı. İstanbul, Ankara’daki dernekler, vakıflar güçlerinin farkına varmalı. Lobilerde buluşmanın ötesinde bu dernekler lobiciliğin hakkını vermeli.

Çok çalışmalı… Bürokrasinin bu önemli isimlerine destek olmalı. Sayı artsın diye baskı yapmalı. İş dünyasıyla siyasetin, bürokrasinin gücünü birleştirmeli.

Öbür türlü oralarda çok dernek, çok vakıf olmanın bir manası yok.

Van’a düşen budur işte.

Bu yüzden de bir kez daha Gülşen Orhan’ın da, Fatih Çiftci’nin de, Adnan İnanç’ın da geçmiş dönemden Burhan Kayatürk’ün de Ankara’da bürokraside olması sağlanmalı.

Bunu istemeli ve bunun getirilerinin farkında olmalıyız.

Bunun dışında twitter’da gece-gündüz küçük hesaplaşmalarla kentin ‘güçlü’ STK’larını, kuruluşlarını ucuz işlerle yıpratmakla bu iş olmaz.

Kentin yeni dönemde gündemi ‘maksimim kazanç’ olması gerekirken birileri tüm enerjisini birilerini karalamakla, bitirmeye çalışmakla bitirmemeli.

Böylesinin zarar verdiğini artık bilmeli.

Zaten bir elin sayısı kadar güçlü ve sağlam durabilen kurum, kuruluş varken bunları ve temsilcilerini yıpratmaktan vazgeçmeli.

Memlekette yıllardır gelenin gideni arattığı tecrübesini tekrar tekrar yaşıyoruz.

Bırakın da iş yapanlar gitmesin.

Gelenin gideni aratacağı bir ortam oluşsun.

İşin hakkını verenler yapsın.

Bu kadar net.