“Tuz, ekmek hakkını bilmeyen kör olur.” Atasözü

Hatay’da görev yaptığım yıllarda çarşıda küçük bir esnafı ziyaret etmiştim. Sohbet koyulaşınca,  esnaf  “Bir saniye müsaade edin” diyerek dükkândan çıktı. Kısa bir süre sonra, elinde pide ekmeğine benzer, biraz kalınca bir ekmek getirdi. Bir parçasını koparıp bana verdi ve “Aramızda tuz-ekmek hakkı oluşsun” dedi. Hafızam beni yanıltmıyorsa, getirdiği ekmek tuzlu ekmekti. 

Oradan ayrılıp, esnafın söylediği tuz ekmek hakkını düşünerek; eve doğru yürüdüm. Tuz-Ekmek. Bu deyimin Arapçasını biliyordum: “Hıbz u mılh”; Kürtçesini de biliyordum: “Nan ıhve”. Üç dilde ve dolayısıyla da üç kültürde tuz-ekmek miti vardı. Sonradan Farsçasını da öğrendim: “Nân u nemek”. Etti dört dil ve dört kültür…

Çocukluğumda bu sözleri çok duymuştum. Sekiz yaşına kadar, esnaf olan babamın yanında çalışırken babamın dost, arkadaş ve müşterilerinden; on altı yaşına kadar terzide çalışırken, dükkâna gelen müşteri ve ustanın arkadaşlarından; on altı yaşından sonra da köylerde elektrik tesisatı çekerken, köylülerin sohbetlerinden. Aramızda tuz-ekmek olsun diye, yemek ikram edildiğinde bir nevi dostluk ve akrabalık kurulmuş gibi davranılırdı. Yani ‘bundan sonra aramızda düşmanlık, aldatma vs. kötülük girmeyecek’ şeklinde sözsüz, akit yapılmış sayılırdı. Aralarında tuz-ekmek olan kişiler,  kendilerini ayrıcalıklı sayar; aralarında bir çekişme olunca şöyle söylerlerdi: “Hani aramızda tuz-ekmek vardı!”

Türk folklorunun önemli isimlerinden araştırmacı ve şair Şükrü Elçin, tuz-ekmek hakkını şu şekilde izah eder: "Birbirlerini  tanımayan iki kişi bir münasebetle birbirlerinin ekmeklerini, yemeklerini yerler. Aynı sofradan alınan nasiple ikram edilenin minneti, onlara bütün bir ömür unutulmayacak samimiyetin ve dostluğun kapılarını açar. Bu samimiyet ve dostluk onları bir kalp yapar. Artık birbirlerine kötülük edemezler. Karşılıklı itimadın ve civanmertliğin asil bir örneği olan bu ruh ve fikir birliği bir "yemin" hükmünde ve değerindeki hüviyetiyle kutsallaşır."

Kur’an-ı Kerimin tefsirini okurken, Hz. Lut hikâyesinde yine böyle bir hususla karşılaşmıştım. Bilindiği üzere, Yüce Allah Lut kavmini yok etmek için Hz. Lut’a insan görünümlü iki melek göndermişti. Hz. Lut gelen misafirlere yemek hazırlamış ancak misafirler- melek olduğu için yemeğe uzanmamışlardı. Hz. Lut, misafirlerin yemeğe uzanmadıklarını görünce tedirgin olmuştu. Müfessir-tefsiri yazan- bu durumu şöyle açıklıyordu: Araplarda şöyle bir adet vardır. Birbirlerinin yemeğini yiyen düşmanlık yapamaz, ihanet edemez. Hz. Lut da madem ki yemeğimi yemediler, muhtemelen bana zarar verecekler diye düşündü. Bu durum Lut Suresinin 70. ayetinde şöyle verilir: “Ellerinin (ikram edilen yemeğe) uzanmadığını görünce garipsedi ve içine bir korku düştü. Demişlerdi ki: “Korkma! (Çünkü) biz Lut ’un kavmine (görevli olarak) gönderildik.”

Yeni nesil, zannediyorum dört kültürde de var olan bu tuz-ekmek hakkını bilmiyor ve önemsemiyor. Oysa bu çok değerli bir kültür mirasıdır. Barışçıl bir ortam yaratan bu kültürü, biz büyükler, fiili olarak yaşayıp çocuklarımıza örnek olalım ki çocuklarımız da bizden sonra sürdürsünler… 

Tuz ve ekmek hakkı için!..