Öfke, kin, kıskançlık, yalan, hırs, bencillik ve şehevî arzular insanlara büyük zararı olan hislerdir. Bunlar diğer bütün dinlerde olduğu gibi dinimizde de hoş karşılanmayan davranışlardır. İnsanlar bunlardan sakınmazlarsa kamil mümin ve dolayısıyla da iyi insan olamazlar. Birçok kişi bu özelliklerin kendisinde olduğunun farkında değildir. Bu yüzden “Mü’min, mü’minin aynasıdır.” hadisi gereği gözümüzün kestiği yani uyarabileceğimizi düşündüğümüz kardeşlerimizi münasip bir dil ile uyarmak gerekir. Kişi de "Bu özellikler bende yok" demeden önce salim bir akılla her bir maddeyi gözden geçirerek "kırıntısını" dahi çok görüp kendinde gerekli iyileştirmeyi derhal başlatmalı.
Aşağıda aktaracağım Yıldırım Bayazıt ile Saruhan Bey arasında geçen bir olayın (hikaye de olabilir) bu konuda farkındalık sağlamasını umut ediyorum.
Yıldırım Bayezid devrinde bir gün zamanın ileri gelenleri sohbet ederken söz padişahın çok şarap içtiğine gelir. Ağalardan biri padişaha arka çıkmak isteyerek "Bir zaman böyle bir durum olmuşsa da hünkârımız şimdi tövbe etmiştir” sözleriyle konuyu kapatmak ister... Orada bulunan Saruhan Bey namında bir bilgin de der ki:
- Eğer hünkârımız bütün günâhlarına ve içkiye tövbe etmiş olsa bile şeytanın şarabını içiyorsa tövbelerinin bir kıymeti yoktur.
Böyle sıkıntılı bir konuyu uzatmak istemedikleri için de orada bulunanlar “şeytanın şarabı”ndan kast edilenin ne olduğunu sormazlar.
Bu konuşmalar kısa bir zaman sonra padişahın kulağına gider. Başka bir hâdiseye de adı karışan Saruhan Bey’i padişah hiç yoktan idama mahkûm eder.
O zamanlar bilgisi ile ün yapmış, padişahın yanında hatırlı kişilerden bir alim padişaha bir mektup göndererek Saruhan Bey’in canının bağışlanmasını ister... Mektubu bir kutu içinde gönderir, kutunun içine de bir ipek böceği kozası, bir arı ve bir sülük koyar…
Yıldırım Bayezid kutuyu açar, mektubu okur, sonra etrafındakilere: “Molla hazretleri daima sembollerle konuşmayı sever. Acaba bunlardan maksadı nedir?” diye sorar. Hazır bulunan bilginlerden biri der ki:
Hünkârim öyle kişiler vardır ki, görünüşlerindeki hallerinden gelecekteki yapacakları işleri, kabiliyetlerini yaratılış üstünlüklerini keşfedemeyiz. İpek kozasına bakan biri şayet bilmiyorsa bu küçücük nesneden atlas kumaşlar olacağına ihtimâl veremez... Arının vızıltısı can sıkar, iğnesi can yakar... Ama peteği ondan başka hiçbir güç dolduramaz. Sülük görünüşü pis bir hayvandır, insana tiksinti verir. Ama nice tiksinti veren yaraların șifasıdır. Onun için bir kimseye bakarken dış görünüşüne aldanmamak lazım. Kimbilir onda ne cevherler vardır. Ondaki cevheri çıkarmak da marifet ister.
Yıldırım Bayezid bilginlerin bu açıklamasını pek beğenir ve hemen Saruhan Bey’i affetmek üzere huzuruna çağırır.
Ufak tefek, çelimsiz görünüşte eski bir cübbe içinde huzuruna çıkan Saruhan Bey’e ibretle bakar, sonra: “Hayatınızı bağışladım. Memleketinize serbestçe gidiniz, amma bir mecliste kullandığınız "Şeytan Şarabı» sözlerinden kastınız neydi? ” diye sorar.
Saruhan Bey der ki:
Sultanım bu söz şahsınız için değil bütün insanlar için söylenmiş bir sözdür. “Şeytanın şarabı” yedi kadehle sunulur.
- Öfke,
- Kin,
- Kıskançlık,
- Yalan,
- Hırs,
- Bencillik,
- Şehevî arzular.
İçimizdeki şeytan misali hisler her an öfkeyi kamçılar. Öfkenin sarhoşluğu ile yapılan işler şeytana uygun olur. Kin, kıskançlık, yalan kadehinden ruhlarını bulandırarak sarhoş olanların yaptıkları işler de nice yolsuzluklara kapı açar. Bu yedi kadehle içilenler öyle felâkettir ki, sizin gibi yüce bir padişaha bile benim gibi bir derviş için idam fermanı imzalattırır.”
Rabbim Şeytan şarabından korunmamıza yardım etsin...