Günümüzde ayakta kalan birçok tarihi yapılar hala insanlık tarihine ışık tutmaktadır. Bazı tarihi yapıların zamana meydan okurcasına günümüze kadar sapa sağlam dururken, bazıları da yıkılıp enkaz yığınına dönüşmektedir. Tarihe yenik düşen yapılardan biri de Korsot Kalesi’dir.
Bugün Korsot Kalesi’ni ziyaret edecek olanlar, kalenin toprak yığının altında nefessiz, cansız kaldığını görecekler. Henüz resmi kurumların ve arkeologların ilgisini kazanamayan Korsot Kalesi bakımsızlıktan dolayı toprağın yükünü taşıyor.
Tarihi kaynaklar, bize Korsot Kalesi’nin Urartular döneminde yapıldığını işaret etmektedir. Korsot Kalesi Van’ın Muradiye ilçesinde; Muradiye Ovası'nın güneydoğusunda yer alır. Kale andezitten oluşan yüksek bir kayalık tepe üzerinde yer almaktadır.
Korsot Kalesi, askeri yönden Urartular için çok önemli bir noktadaydı. Çünkü kuzeyden ve batıdan gelebilecek herhangi bir saldırı girişiminde, zincirleme savunma stratejisiyle tehlikenin bertaraf edilmesi maksadıyla önemli bir noktadaydı. Başka bir deyişle Urartu Krallığı’nın başkenti Tuşpa’ya inen önemli stratejik yolların kilit noktasıydı. Askeri savunma için merkez üssü seçilmesi, uygun coğrafi şartları karşılamasından dolayı bu bölgeye hak ettiğinden fazlası önem verilmiştir.
Ovanın güney-doğu köşesini sınırlayan dağ silsilesinden 1.759 m rakımlı Arapkale Tepe’nin kuzey-batı eteğinin uzantısında, büyük bir doğal kaya kitlesi üzerinde kurulmuştur. Bu kayalığın doğusunda Köseveli Dağı, batısında ise Bendimahi Çayı ve Van Gölü birer doğal set meydana getiriyor.
Yazılı kaynaklarda birden fazla isimlerle anılmaktadır. Bunlardan birkaçı şunlardır: Körzüt Kalesi, Korsot Kalesi, Kordzod Kalesi, İşli Kalesi, Zengibar Kalesi (yerel ad). Kale, çevresindeki yerleşim yerlerini isim anlamında da etki bırakmıştır. Mesela Uluşar Köyü’nün halk arasındaki adı Korsot’tur.
Metrelerce yüksekte olan kale, dört yandan yaklaşık 3.5-4.0 m. kalınlığa ulaşan iri taşlarla örülmüş duvarlarla çevrilidir. Büyük taşlarla yapılmış kalenin duvarları, muazzam ve bir o kadar de ilginç taş duvar tekniğiyle örülmüştür. Kalenin duvarları dikdörtgen prizma şeklinde yontulmuş bloklarla inşa edilmiştir. Duvarlarda büyük blok taşlardan örülen alt bölümün daha yüksek tutulmasıyla dönemin öteki kalelerinden ayrılır. Bu taşlar nereden getirildiği henüz belirlenmiş değil. Kalenin doğu tarafı duvarının bir kısmı yıkılmış, aşağıda dağınık bir şekilde işlevsiz vaziyetteler.
Kalenin kuzeydoğu kesiminde iki teras üzerine inşa edilmiş dikdörtgen planlı mekânlar yer almaktadır. Kalenin orta kesiminde düzgün işçilikli bazalt taşlarla örülmüş bir mekân girişi mevcuttur. Kalenin içinde ve çevresinde de bu tür işçiliğe sahip, dağınık durumda bazalt bloklara rastlanmaktadır. Kalenin içinde yani üst bölümlerde kerpiç kullanıp kullanılmadığı henüz muğlaklık içinde…
Korsot Kalesi’nin güneyinde, aşağı yamacında kaçak kazılar sonucunda gün yüzüne çıkan tapınak ve yıkılmış taş evler bulunuyor. Bu kaçak kazılar sonucunda burada halkın yaşadığının kanıtıdır. Burada ele geçen çok sayıda çivi yazılı taş, kalenin Kral Menua döneminde kullanıldığını göstermektedir.
Korsot Kalesi’nin Beydağ Köyü’ne bakan yüzü, biz bu yönden kaleyi keşfetmeye çalışırken bir kazıya rastlamıştık. Tabi bu kazı da kaçak kazıydı. Define avcıları tarafından kazılan çukur bir mağara eviydi. Tamamen taşlarla yapılan bu ev iki odalı minnacık bir evdi. Kazının devamı olmadığı için kaç odalıdır, bilmiyoruz. Bu ev, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşayan Ermenilere ait olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü adını Korsot Kalesi’nden alan ve tam da kuzeyinde kalan Korsot Köyü’nde (Türkçe isimi Uluşar Köyü) Ermeniler yaşıyordu. Bir başka civar köyü olan Ovapınar Köyü’nde de Ermeniler yaşamaktaydı. Yine kalenin batı ve güneybatı eteklerinde çok sayıda taş örgülü oda mezar bulunmaktadır.
Keşfe kalenin merkezi sayılabilecek yere geldiğimizde, birkaç sene önce arkeologlar tarafından kazılan kazılar sonucunda ortaya çıkan üç odayı bulduk. Kendi kaderine terk edilen bu odalar define avcıları tarafından delik deşik edilmiş durumdaydı. Define avcıları işi o kadar abartmıştı ki kepçe makinasıyla devasa çukurlar meydana getirmiştiler.
Bir toplum hangi medeniyete, hangi ulusa ait olursa olsun, tarihin insanlığa bıraktığı her yapı korunması gerekir. Geçmişi anlamamızın kaynağı olan bu yapıları göz göre göre bakımsızlığa ve özellikle define avcılarının insafına bırakmamak gerekir.
Korsot Kalesi gibi birçok tarihi yapıları bir bir toprağa gömüyoruz. Hafızamızın yok olmasına seyirci kalmamak ve buna son vermek için harekete geçmekten başka çare görünmüyor.
Yardımcı Kaynak:
M. Taner Tarhan - Veli Sevin, “Van Bölgesinde Urartu Araştırmalar 1”, İstanbul Üniversitesi, 1976-1977