Kitaba iman etmiş bir toplumun, kitaba karşı gösterdiği hassasiyeti onların gündelik veya anlık pratiklerine bakarak ölçebilirsiniz. Kitaba iman etmek demek, kutsal kabul edilen ilahi kaynaklı emirler bütünün, hayatta pratik olarak davranış dizgelerinin olması demektir.

 

Bu emirler bütünün hayatımızda edindiği yer kadar, bundan tevarüs eden ve bu emirleri açıklamaya yönelik olan eserler de kıymetli hale gelir. Kitap,  bu emirler bütününün,  yani iman edip kutsallaştırdığımız kitabımız Kur’an-ı Kerim ile bir bağı olduğu için değer bulur. Ehl-i kitap olmak kitaba hak ettiği değeri vermek demektir.

 

Kutsal kabul ettiği kitapla bağı kopan toplumlar, kitaba gösterdiği ihtiramı kaybettiği gibi zamanla o toplumun pratiklerini belirleyen emirler bütünü de itibar kaybına uğrar.

 

Bundan sonra ortaya çıkan davranışlar, temelsiz ve eğreti duran, sadece gündelik kaygı güden anlamsız ve sonu tahmin edilemeyen bir yozlaşmadır. Bu yozlaşmadan kitap da fazlasıyla nasibini alacaktır ve daha önce toplum nezdinde kökleriyle sağlam bir dayanak olan kitap, giderek kıymetsiz bir nesne haline gelecektir.

 

Bu durum ilme, bilgiye, irfana tabi ki en temelde insana verilen değerin de belirleyicisi olacaktır.

 

İnsanlar, kitaba inanmayabilirler. Kitaba inanmayı gerekli de görmeyebilirler. Kitaba, kitapsız referans noktaları da bulabilirler. Fakat insan kitaba inanmadan kitabın da insana inanması mümkün değildir. Bir toplumda, insanların kitap ile olan münasebeti nasıl ise insanlarla olan münasebeti de yekdiğeriyle doğru orantılıdır.

 

Sonuçta hayata maruz kalan her insan, karşısına çıkan her zorluğu alt etmek için sırtını dayayacağı mesnetler arar. İnsanın en çok sırtını dayadığı ve ayağını kaim kılan yer ise ilim/bilgi alanıdır ki, bu alan kitaptan müteşekkildir ve her insan önünde sonunda bu alana ayak basmak zorundadır.

 

İnsanlık olarak, dünyaya geldiğimiz gibi gidemiyoruz. Dünyada kaldığımız her an da gitmek ile kalmak arasında bir kararsızlık yaşıyoruz. Nerede olursak olalım, ne yaşarsak yaşayalım, dünyanın tüm kirli maskelerinden sıyrılarak kendi iç dünyamıza sığınmak zorunda kalıyoruz. Ruhumuza, zihnimize, kalbimize kitaptan aktardığımız ne varsa, iç dünyamıza sığındığımızda yolumuzu en çok onlar aydınlatmaktadır.

 

Kitap, insanın acısıyla ve tatlısıyla yaşamak zorunda olduğu bir tecrübedir. İnsanlığın en büyük tecrübesi kitaptır. Geçmişten geleceğe insanın kurmaya çalıştığı tüm köprülerin, insandan insana, zamandan zamana açılan ve aşılan tüm yolların kalitesini belirleyen yegâne usta kitaptır.

 

Kitapla ilişkisi en üst düzeyde olan bir toplumu hayallerimizin merkezine yerleştirip, içinde sayısız kitabın olduğu ve okunduğu sayısız örnek vermek isterdik, ama veremiyoruz. Çünkü hayal gücümüzde kitapsızlıktan etkilendi.

 

Şimdilerde halimiz ve kitap ile olan münasebetimiz pek iç açıcı değil. Bu durumu isteğimiz kadar adına istatistik denen sayısal oyunların üzerine yıkabiliriz. Durumun müsebbibi olarak birçok insanı, hatta kitabın kendisini bile yargılayıp müebbet cezalara mahkûm edebiliriz. Lakin suçlu bulmak için kendimize dönmedikçe kitaba da dönmemiz mümkün olmayacaktır. Hayat kısa. İnsan her kitaba bile zaman ayıramazken, kitabın kendisine hiç zaman ayırmaması dertsizliğimizi anlatmamız için yeterli bir örnek olur galiba.

 

Ne diyelim, temennimiz kitaptan başka ne olabilir ki!

 

İnsanın kitaptan başka yolu var mı ki?