Sosyal Bilimler, sınırları muğlâk olmakla birlikte yöntemsel ilkeler ve hayal ürünü belirlenimlerin bir mücadele alanıdır. Bu alan tarafgir entelektüel ile yıkıcı entelektüel muhalefetin hep karşı karşıya olduğu, kaideleri sürekli değişen bir yapbozdur.

 

Tarihin, zamanın, toplumun ve insanın kurgulanmasında metafizik- materyalizm, idealizm- realizm karşıtlığı ve/veya tartışmaları ile ortaya çıkan yöntem bilimsel karmaşa ya da çelişki, bilgiyi algılama ve üretme biçimi üzerinde etkili olmuş; bu karmaşık durum hayal ürünü yönelimlerin kavramlaştırılmasıyla dizgesel bir ironiye dönüşmüştür.

 

Bilginin kullanımı, siyasal ve iktisadi grupların veya bölüntülerin izdüşümü altında, söylem ve aksiyon mekanizmanın ve gölge siyasal aklın icat ettiği özne üzerinden kontrollü olarak yer değiştirmektedir.

 

Bu aklın üretmiş olduğu iktisadi kurgusal özne olan insan için sürekli tutulan romantizm, önce imgeler, sonra kavramlar, daha sonra yapay gerçeklikler olarak hiçbir sorgulama olmadan bu zihinlere işlenir, böylece kullanışlı gruplara farkında olmadan hizmet eden (u)mutsuz çoğunluk meydana getirilmiş olur.

 

Sosyal bilimler ajanlığı tüm bu arka plana bağlı olarak toplumu kadraja almakta, sözde saydam görünen beyinler, içtimai düzene bu içten pazarlıklı duruşlarıyla dâhil olmakta ve bu durumu da “sahaya inme ve toplumu anlama” olarak bize yutturmaktadır.

 

Örneğin, İçtimaiyat (sosyoloji) bizim karşımıza her ne kadar ‘birlikte yaşamanın içtimai kurgusu’ tanımıyla çıksa da, genel itibariyle toplumbilim olarak bildiğimiz sosyolojiye yeri geldiğinde toplum mühendisliği denildiği de hepimizin malumudur. Söz konusu sosyal bilimler ajanlığı tam da burada kendini göstermekte, “olan”ın sosyal bilimler disiplini olarak bildiğimiz sosyolojinin yeri geldiğinde olması gerekenin sahasına dönüşmesi ve içtimai düzeni tasarıma kalkışması enteresan bir durum teşkil etmektedir. Beyin ile mide ve bağırsağın işlevsel olarak yer değiştirmesi amaç ve araç ikilemi açısından ister istemez “kim kimi yönetiyor?” sorusunu akla getirir.

 

Tüm tarihsel ve toplumsal teoriler kapitalin gücünü yıkmak için değil aksine onu daha güçlü kılmak için üretilmişlerdir. Zira sosyal bilimler daha iyi sömürmenin mesnetleri olduğu gibi, gitgide yığılan bilgiye de sadece bilimsel gelişme olarak bakmak daha üst düzeyde saflık olacaktır. Ahlakiliğe, kullanışlı araçsallık kriteriyle önem atfedilmesi ve yeri geldiğinde bilimsel etiğin olmazsa olmaz bir zorunluluk olarak dayatılması söz konusu tezatlardan en önemlisidir.